Niçin yazamıyorum?

Önce okumayı bıraktım, ama arada bir şeyler yazıyordum. Sonra o da gitti. Kaç yıl oldu üretim yok, sadece düşünüyorum. Ne heveslerle açtığım blog pas tuttu, kendim bile arada girip bakmayı unutuyorum. Aslında yazmak için konular buluyorum. Fakat konuyu kafamda taslak haline getirmeye çalışırken, kendimi bambaşka mecralarda buluyorum. Başladığım yerle geldiğim nokta arasında en ufak bir bağ yok. Buraya nasıl geldim bilmiyorum. O zaman yazmama engel olan birinci sebep; konsantrasyon bozukluğu.

Genelleme yapmayacağım, kendi haleti ruhiyemi açıklıkla dökmeye çalışacağım; eskiden köşelerim vardı, daha bir keskindim. Geleneklerle, inançlarla ve alışkanlıklarla savaşırdım. Bundan dolayı da çok konu çıkardı. Bazı insanların bam teline basmak, uyandırmaya çalışmak sanırım eğlenceliydi. Şimdi öyle bir oldum ki, köyde cenazelere, mevlütlere, düğünlere katılıyorum. Yeri geldiğinde “allah kabul etsin” diyorum, hatta bazen herkese ayak uydurup ellerimi dua eder gibi de açıyorum. O sırada diğer insanları izlemek de eğlenceliymiş. Aslında bir çoğu benim gibi orada olması gerektiği için gelmiş. Boşuna kasmışım bunca sene.

Biraz idealizmi de severdim. Yaptığım her şeyin hakkını vermeye çalışırdım. Eğri duran, eksik kalmış şeyler beni rahatsız ederdi. Hatta bir Kiya hocamız vardı Sıfır Forum’da, yaşıyor mu bilmem, bu nedenle bana “rahatsız adam” derdi. Köprünün altından çok sular geçti hocam, köşelerim epeyce törpülendi. Artık salabiliyorum, boş verebiliyorum, amaan olduğu kadar deyip geçebiliyorum. Boş vermesini öğrenince insan kasmayı da bırakıp, okumayı, yazmayı da boş verebiliyor.

Sadece edebiyata değil, siyasete, felsefeye, tarihe de ilgi duyardım. En azından önemli bir olay olduğunda oturup fikirlerimi yazardım, gücüm yettiğince aktif eylemlere katılırdım. Ondan da vaz geçtim. Çevremde mücadele arkadaşların gücünü gördükçe gıpta etmiyor değilim. Lakin benim payıma pasiflik düştüğünü kabullendim, “ya adam gibi mücadele edeceksin ya da susacaksın gerisi gereksiz kirlilik” ruh halindeyim. Neyse ki, en azından gündemi takip edebiliyorum.

Böyle olunca uzun uzun düşünmeye zaman kalıyor, lakin düşündüğüm şeyleri unutuyorum. Onu hatırlamak için yeniden düşünmeye başlıyorum. Yeniden düşünürken başka ilginç fikirler buluyorum. Sonra onları da unutuyorum. Hiç alakasız bir zamanda birisi geliyor aklıma. Bu defa da “bunu niye düşünmüştüm ki” diyorum.

Toprağa, bahçesi olan bir eve çok değer verirdim. Bu düşünceden uzaklaşıyorum git gide. Zor geliyor onlarca ağaca, çiçeğe bakım yapmak, onları yaşatmak. Yetmiyormuş gibi, her yıl yedi ayımı ipotek altına alan sebze bahçesi yapmak çok daha zor geliyor. Dünyanın emeğini veriyorum, para da harcıyorum en sağlıklısı olsun diye. Bir yağmur veya aşırı sıcak ya da başka çevresel etkiler bir hastalık getiriyor ve bitiyor. Bitmemesi için kimyasal kullanmak zorunda kalıyorsun. Ne anladım bu işten? Mustafa sen haklıymışsın, emeklilik bunlarla uğraşmak değil. Seneye sebze bahçesi yapmayacağım muhtemelen.

Bu ruh hali, aynı zamanda anne ve babamın yaşlılığını idrak ettiriyor. Onlara karşı eskiden olduğu gibi mücadele etmek yerine daha sakin kalabiliyorum. Böyle olunca onlarla ilişki de seyir değiştirdi; çocuk ebevyn ilişki tersine döndü; onlar çocuk, ben ebeveyn… Sonra dönüp bir onların enerjisine, bir kendiminkine bakınca, ilişki tekrar yer değiştiriyor. Tam çözemiyorum bu ilişkiyi, yoruluyorum.

Yirmili yaşlarımda, kendim olabilmek adına ilk değişimimi yaşarken “doğum sancısı” diye bir yazı yazmışım günlüğe. Maddi, manevi acılı olmasından olacak, çok önemsemiştim o değişimi. Sonrasında başka küçük değişimler de yaşadım. Ama bu defa yaşadığım biraz daha detaylı, daha acısız, hatta eğlenceli. Tecrübenin en önemli sermayem olduğunu idrak ediyorum. İnsan artık altmışına doğru gelirken bagajı çok doluyor. Yeni şeyleri yüklemekte zorlanıyor. Bu değişim, bagajda artık kullanılmayan alışkanlıklardan kurtulma değişimi oluyor. Veya bagajın altlarında kalmış ve unutulmuş şeylerin tozunu almayı gerektiriyor. Zorunluluklar, görevler yerini keyfe bırakıyor, aynı zamanda esneklik artıyor, sınırlar genişliyor. Üzmeden, üzülmeden yok demesini öğreniyorsun. Gerektiğinde hatanı kabul etme ve özür dileme yeteneğin geliştiği gibi, hatır için bagajına aldığın şeyleri gözünün yaşına bakmadan atmasını da öğreniyorsun doğası gereği. Çünkü istiap haddini aşınca araçlar gibi insanlar da yolda kalıyor. Hafifledikçe de arınıyor aynı zamanda.

Değişmeyen şeyler de var hayatımda. Çevre duyarlılığı ve doğa yürüyüşleri gibi. Ama onlar da eskisi gibi değil, tepkim varsa kendi kendime, bir yerim ağrımıyorsa gücüm kadar bir yürüyüş. Bir de şehirler, kalabalık yerler ve her türlü gürültü korkutuyor hâlâ beni. Sayısı az da olsa kadim dostlukları devam ettirebildiğime seviniyorum. Sonra, dizi ve film izleme bağımlılığım da devam ediyor. Fakat şunu fark ettim ki, eskisi gibi özümseyerek izleyemiyorum. İzlediğim filmlerin adlarını, konusunu, oyuncularının adlarını unutuyorum. Aynı filmi yarım saat izleyip, önceden izlediğimi fark ettiğim oluyor. Aynı sorun konsantrasyon bozukluğu. Ha bir de, bence her zihnin dinlenmeye ihtiyacı var. Yakınlarımla beraber çok güzel zamanlar geçirebiliyorsam eğer, arada bir de olsa kendi krallığımda kendime kalabilmeye de ihtiyaç duyuyorum. En azından şimdilik. “Şimdilik” kavramının çok önemli olduğunu fark ettim. Her türlü kesinliğin, köşenin, mutlaklığın, genellemenin önünü kesiyor. Yaşadığım sürece değişebileceğimi baştan kabul ediyorum. Başka insanların da böyle olabileceğini öngörüyorum.

Son olarak bir de sabahları kahvaltı öncesi iş listeme en az bir çentik atmaktan keyif alıyorum. Ama çentik atacak bir işim yoksa ondan daha çok keyif alıyorum.

Bu ruh hali yeniden ne zaman yazdırır bilmiyorum. Ama ara ara yazmayı çok istiyorum. İzlediğim dönem filmlerinde, geçmişten kalma mektuplar, fotoğraflar çıktığında kıskanıyorum. Keşke ben de eski kuşaklarımdan kalma böyle belgeler görebilseydim, onların dilinden bir şeyler okuyabilseydim diye düşünüyorum. Muhtemelen bu yazılanlar sanal çöplüklerde yok olup gidecek. Bir ihtimal, yüzlerce yıl sonra birileri okuyup heyecan duyabilir. O nedenle kağıda, deftere, sanala da olsa ve içeriği tıpkı bu yazı gibi önemsiz bile olsa, yazmak çok önemli.

Ula, Yeşilçam / Haziran 2024

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.