Sizi susturmasını bilirim

Yine böyle bir zamandı. Göz gözü görmüyor, kimin ne dediği anlaşılmıyor, bağırışlar çığrışlar bir kargaşadır gidiyordu. Bağırma derim bağırırlar, susun derim susmazlar. Çileden çıktığım anlardan biriydi. Ve artık dayanamadım, başlıktaki sözü söyledim. Söylerken çok kararlıydım. Fakat…


Şimdi bu anın biraz öncesine gidelim:
Oysa sükunet için, ses çıkarması muhtemel canlı ve cansızlara karşı tüm tedbirleri almıştım. Araçların motor sesi ve klakson seslerini duymamak için merkezi yerleşim biriminden uzaklaşmıştım. Mekanda bulunan diğer insanların, ayak sesleri, kapı gıcırtıları veya zorunluluk konuşmaları olabileceği ihtimaliyle, oradan göndermiştim. Buzdolabının otomatiğe geçiş seslerini, monitörün fan sesini, floresanların starter seslerini duymamak için ana sigorta şalterini de indirmiştim. Saatlerin ölüm haberleri veren yelkovan sesine takılmamak için pillerini çıkarmıştım. Durumdan bihaber herhangi bir tanıdığın münasebetsiz aramasına karşın cep telefonunu kapatmış, sabit olanın fişini çekmiştim. Sadece on beş saniyede bir damla akıtan musluğu sökerek contasını da değiştirmiştim. Hiçbir ses çıkmamalıydı, sadece sükunet istiyordum. Tamam şimdi oldu dediğim anda, dışarıdan gelen kuş sesleri dikkatimi dağıttı. Oysa en romantik ve hüzün anlarımın şarkısıydı bunlar. Fakat şimdi bu seslere dahi tahammülüm yoktu. Engellemek için pencerelerin arasına sünger sıkıştırarak sıkı sıkı kapattım. Görüntü ve ışıktan  etkilenmemek için de, siyah kalın perdeler çektim pencerelere. Şimdi tek korkum böcek çıtırtısı olabileceğiydi ki, evi baştan başa ilaçladım, en azından bu halvet anımda baygın kalmalarını sağladım.

İşte şimdi oldu, artık kendimleyim demeye kalmadan, o korkunç seslerle irkildim;

Sanki bu anımı bekliyormuşçasına, adeta bir infilak yaşanıyordu. Oysa onlar da bu anı bekliyormuş. Hatta benden daha çok bekliyorlarmış. Çünkü ben daha, sükunet için henüz yere sırtüstü yatıp, bacaklarımı yukarı kaldırıp duvara dayamamıştım bile. Şaşırdınız mı yoksa? Aslında şu anda sizin şaşırmanızla uğraşıp, o an yaşadığım büyük olayı anlatmaktan vazgeçmek istemiyorum. Fakat kafayı ayaklarımı duvara yaslayarak sırtüstü niçin yattığıma takıp, olanları tam olarak anlamayacağınızdan endişe ettim. Bu benim tarzımdır; sükunet için sessizliği sağladıktan sonra, birçoklarınız  gibi deli deli dolaşmam, kafamı iki elimin içine alıp kara kara düşünmem, kendimi yumuşak bir koltuğa bırakıp bön bön boşluğa bakmam, yatağa yatıp  tavandaki lambrileri ve avizedeki taşları saymam. Evet, bunların hiçbirini ve daha başka yapılan düşünceli insan hareketlerinin hiç birini yapmam. Bedenim duvara doğru, bacaklarım duvara yapışık L şeklinde yere sırtüstü yatarım ve gözlerimi kapatırım. En iyi sükunet ve düşünme hareketimdir. Denemek için acele etmeyin, önce başıma gelenleri öğrenin isterseniz. Yaşamınızın bundan sonraki bölümünde çokça vaktiniz olacaktır denemeye.

Zaten ne olduysa bu düşünme işini aklımdan geçirdiğim anda oldu. Sükun içinde düşünmeliyim dediğim anda hepsi de pusuda yatan avcılar gibi çullanıverdiler üzerime. Aslında bu anı ben değil de onlar bekliyormuş, yarattığım tüm koşulları bana yapacakları saldırı için yaratmışım.

Kafamda düşünmek üzere beklettiğim tüm sorunlar başta olmak üzere, henüz aklımdan geçirmeye bile çekindiğim irili ufaklı, ben diyeyim onlarca, siz deyin yüzlerce sorun çullandılar üzerime. Ne de çok birikmişler oysa, ben erteledikçe, sıralarını değiştirdikçe, çözümsüzlüğe ayırıp eks yaptıkça, onlar güçlenmiş. Hiçbirisi bu durumu kabullenmemiş. Ve boş bir anımı yakalamak için sabırla beklemişler. Hatta bu koşulları bir an önce yaratmam için bir süredir beni özelikle rahat bırakmışlar. Üstüme geldikçe düşünmekten vazgeçeceğimi hesaplamışlar. Çok sinsice planlar yapmışlar. Hepsi birbirinden bağımsız olmasına rağmen el birliği etmişler. Bana karşı birleşmişler. Alçaklar.

İşte kafamda olan ve olmayan düşüncelere bu koşullarda yakalandım. Oysa benim tüm çabam onlar için değil miydi? Sadece istiyordum ki, kendi koşullarıma göre çözebileceklerimi öncelikle düşünüp bir nefes alayım. Yol aldıkça diğerlerine koşsaydım. Bir sisteme oturtup, yaşamı kontrol altına alabilseydim. Ne mümkün efendim? Bas bas bağırıyorlar, “sabrım kalmadı, sabrım kalmadı” diye.

Onlar böyle yaptıkça, ayaklarımdan boşalan kanlar beynime fırlıyordu. Kafatasım kan çanağına dönmüş, gözlerimden ateş fışkırıyordu. Artık kararımı vermiştim, hepsini susturacak ve kurtulacaktım. Aslında iyi de olmuştu. Eninde sonunda bu yüzleşme yaşanmalı ve bu düşüncelerin kalemleri kırılmalıydı. İşte o an bu andı. Elimi düşündüm, neredeydi; kafamın altında mı, yoksa iki yana mı açmıştım. Sadece ona ihtiyacım vardı, bu saçmalığa bir son vermek için. Ama olmadı. Yo yo, elimi bulamadığımdan değil, içerideki patlamaya dışarıdan sessiz bir darbe yapıldı.


Mevsim bahardı, nergis kokusunu çok severim. Bahçedeki nergislerden bir tutam koparmış ve odayı kokutsun diye vazoya koymuştum, bir hafta önce. Kökünden koparılmış bir çiçek sadece suyla kaç gün yaşar ki? İşte bu nergis çiçeklerinden birinin yaprağı, artık sudan aldığı besinle yetinemeyince kendini boşluğa bırakmış, hemen yanı başımda duran fiskosun üzerinden aşağı doğru. Ve havada küçük kavisler çize çize, bir sağa bir sola, çok aşağı az yukarı gide gide, kızıl yüzümün üzerine bir sinek gibi konmasıyla irkilerek yerimden fırlamam bir oldu. O kadar hırslanmış olmalıyım ki, boş olan elim bir şimşek gibi burnuma yapıştı ve kan fışkırdı. O kan bedeldir. Bir an önce çıldırmışçasına bana saldıran tüm düşünceler kaçışarak inlerine girdiler. Ben önce gözlerimi açtım, sonra bacaklarımı duvardan indirerek oturdum. Yüzümden düşen iki şey gördüm. Birincisi, kopan nergis çiçeğinin yaprağı, diğeri ise kan damlaları. Bir elime çiçeği aldım diğer elime kan damlattım, kalktım.

O nergis çiçeğinin yaprağı, kuruyup toz oluncaya kadar okuduğum kitabın arasında kaldı.
O kitap …………..’dı.

Yok efendim yok, bu namussuzlar susmadı, sürekli beni rahatsız ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Ama sanırım, eskiye oranla aramız daha iyi. Çünkü tedbiren, perdeleri kapatmıyorum, şalteri indirmiyorum. Hatta n’olur n’olmaz diye, hafif bir müzik veriyorum ortama. Anlarsınız ya…

2010, Bahar

“Sizi susturmasını bilirim” için bir yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.