Sahiller ve ormanlar hiç kimsenin değildir

Geçtiğimiz hafta biten bayram tatili sonrası, Muğla’nın Gökova Körfezi kıyısındaki tatil beldesi Akyaka’da tatilcilerin çevreye verdiği zarar had safhaya ulaştı. Deniz kenarları, akarsu ve göl kenarları, yol kenarları, ormanlık alanlar, parklar, kısaca her yer umumi çöplüğe döndü. Bu kirliliği yaratan, tatil için bölgeye gelen tatilcilerdi. Zira, tatil dönemi haricindeki dönemlerde de, bu kadar büyük çaplı olmasa da, doğaya duyarsız insanlar çevreyi sürekli kirletiyor. Evinde tadilat yapan molozunu, arıcılık ve tarım yapan köylü ve balıkçı her türlü atığını, yolculuk eden aracındaki çöpü, yolda yürüyen elindeki sigarasına kadar her şeyi, hatta doğa yürüyüşçüleri bile kendi çöpünü çevreyi kirletmekte bir sakınca görmüyor. Devletin ve özel şirketlerin çevreye verdiği büyük zararlar yetmiyormuş gibi, “halk” adı altındaki insanlar da doğaya karşı adeta savaş açmış durumda.

Özellikle kıyı kesimlerin ranta açılması durumunda, hem doğaya verilecek zararlar için hem de halkın sahillerden yararlanma hakkı elinden alındığı için “sahiller halkındır satılamaz” sloganı eşliğinde tepkiler veren çevrecilere ben artık katılmıyorum. Bu halk, bu doğal güzelliklere, bu kıyılara layık değil bana göre. O da tıpkı, devletinin, doğa talancısı iş adamının yaptığını yapıyor. O da kendi gücü kadar talan ediyor, zarar veriyor doğaya. İster devlet olsun, ister iş adamı veya halk olsun, doğaya sahip olma hakkını kim nereden alıyor? Hadi tapulu arazileri geçelim, zaten oraların sahibi olduğu için, hep daha temiz, daha bakımlı yerlerdir. Ama tapulu olmayan, yani kamuya ait olan yerlere sahip çıkmak kimin haddine? Bu tür yerler, sadece doğanın değerini bilen tüm canlıların, doğanın kuralları içinde ortak kullanma alanları olabilir sadece. Sahip çıkmaya çalışan, ister devlet olsun, ister yatırımcı, isterse halk onun içine etmekten başka bir şey yapamaz. .

Bu içine etme sözünü boşuna söylemiyorum. Bu son tatilci furyasından sonra sosyal medyada o kadar çok haber, fotoğraf yayımlandı ki. Aynı günlerde, içim elvermediği halde, birkaç defa bu bölgelerden geçtiğimde adeta doğanın can çekiştiğini duyuyordum. “Elimden geldiği kadar artık” deyip, çöp toplamaya gittiğimde yakından gördüğüm manzara daha da kötüydü. Denize yakın yerlerde çöp dağları oluşmuş (bu manzarayı anlatan fotoğraflar sosyal medyada çokça yer aldı), elli, yüz metre ormanın içine doğru girildiğinde ise, ağaçların altına yayılmış her türlü atık görmek mümkün. Sahillerin sahibi olarak lanse edilen o halk, aynı yerde yemeğini de yemiş, alkolünü de içmiş, bütün pisliğini burada bırakmakla yetinmemiş, aynı yere sıçmışlar. En temizi bokunun üstüne taş koymuş, bazısından gazete, bazısında poşet, bazısında ıslak mendiller var. Çoğunlukla hiçbir şey yok. Öyle ki, çocuk bezleri o görüntü yanında masum kalıyor. Hatta kadın pedleri, iç çamaşırlar var. Plastik yemek ve meşrubat kapları, poşetler, şişeler, yemek artıkları, sigara izmaritleri bir süre sonra normal görünmeye başlıyor. İki metre kare alanda, hem yiyip içmişler hem de sıçmışlar. Yetmezmiş gibi, elimde çöp poşeti bu çöpleri toplarken, çadırından çıkıp gelen bir “halk”, bana “tuvaletimi nereye yapabilirim” diye sordu. “Burada tuvalet yok” dedim, “o zaman şu ağaçların arkasına gideyim” dedi, gayet rahatlıkla. Utanmasa benim yanımda yapacak. Şu ruh hali içerisindeler; çadırımızı alıp gideceğiz, nereyi bulursak oraya çadırımızı kuracağız, bunu yaparken doğaya ve başka insanlara vereceğimiz zarar umurumuzda bile değil. Bunları midesi kaldıran insana halk deniyorsa, o halk için hiçbir şey yapmaya, hiçbir sahili kullandırtmaya, hele hele onu oraların sahibi ilan etmeye değmez.

Bu iğrençliği bilerek ayrıntılı yazdım, belki bu koşullarda tatil yapmak isteyen bir kişi hasbelkader bu yazıyı okur da, vazgeçer veya arkadaşlarını uyarır. Belki iyi niyetle çöp toplamak isteyen bir kişinin eli yanlışlıkla poşet altından çıkacak boku düşünerek daha tedbirli olur. Bir de tabii sahilleri vermeyi düşündüğümüz halkın, oralara nasıl baktığını göstermek için.

Buradan şu sonucu çıkartmak abartı değil. Halkın bölgeye akın etmesi, sermayenin dikkatini çekiyor ve kâr hırsıyla birleşiyor. Burada yatan potansiyel onların ağızlarının suyunu akıtıyor. Yani, biraz da halk sahilleri böyle kullandığı için satılıyor. Halka açık sahiller, ormanlar, akarsular halk tarafından bu hale getirildiği için, oraların özel şirketler veya vakıflar tarafından işletilmesinin önü açılıyor. Devlet ve sermaye, bu pisliği bahane ederek tesisler ve oteller yapılmasını meşrulaştırıyor. Yani sebebi ortadan kaldırmadan talanı engellemek mümkün değil. Sebep ise halkın doğayı çöplüğe çevirmesi.

Muğla’nın Gökova havzasına tatil için gelen insan sayısı niçin her geçen yıl artıyor?  Çünkü insanlar bedava ya da çok az harcama yaparak tatil yapmak istiyor ve buralara akın ediyor. Bu sahillerde bu koşullarda tatil yapmak imkânı devam ettiği sürece bu sayı artmaya devam edecek. Bölgenin sözde sakin kent ünvanlı küçük beldesi Akyaka’nın bu kalabalığı kaldıramaması kimsenin umurunda olmayacak. Bu çöpler ve doğaya verilen başka zararlar birkaç yıl sonra altından kalkılamayacak duruma gelecek. Doğaya gönül veren insanların, örgütlerin çabası hiçbir işe yaramayacak ve artık pes edecek. Bu durum ellerini ovuşturarak pusuda bekleyen yatırımcının ekmeğine yağ sürecek. Akayaka’dan, Akbük’e kadar tüm koylar, yol kenarları, ormanlıklar çöplüğe dönüşecek, yol kenarlarına park etmiş araçlardan yollar tıkanacak, kazalar, kavgalar olacak. Ambulanslar, itfaiye araçları bu yollardan geçemeyecek duruma gelecek. Akbük’den Akyaka’ya araçla gelmek üç dört saat sürecek. Keza Azmak kıyıları da bundan farklı olmayacak. Ağaçlar altında oturulacak yer kalmayacak. Oraya da çadırlar kurulacak, ateşler yakılacak. Azmak içindeki canlıların, uyum sağlayabilenleri körfeze kaçacak, sağlayamayan yavaş yavaş ölecekler. Tekneler çarpışacak ya da yüzen insanlara çarpıp yaralamalar, ölümler olacak. Yollar yetersiz kalacak, duble yollar yapılacak. Bunun için binlerce ağacın kesilmesi artık önemli bile olmayacak. Bunları ve daha fazlasını tahayyül etmek hiç de zor değil. İşte o zaman kıyılara tesisler, oteller yapılmasına hiç kimsenin itirazı olmayacak. Azmak kıyısına yaklaşılmayacak duruma getirilip sadece tesislerde suya dokunabilmek bile nimetten sayılacak.

O nedenle karşımızdaki sadece sahillerde denize girmek isteyen, ormanlarda kamp yapmak isteyen  masum bir halk yok. 1990’larda Cem Karaca’nın yaptığı “Sahibi geldi” adlı şarkısındaki durum değil bu. Karşımızda, talanın ekmeğine yağ süren insan güruhu var. Bu güruha doğayla doğru bir ilişki kurmanın yolları anlatılmazsa, anlamıyorlarsa da gerekli tedbirler alınmazsa bunun bedeli çok büyük olacaktır. Sorun Akyaka’nın tatilci kapasitesi değil, sorun bulduğu bir karış kumu, toprağı, suyu bilinçsizce kullanmak isteyen insanların bakış açısıyla ilgilidir. Bu insanlar buraya gelirken zaten herhangi bir yerde konaklamayı düşünen değil, “bulduğum yere aracımı park eder, varsa çadırımı açar, yer, içer, sıçar bırakır giderim” diyen anlayıştır.  Önce bu sorunların doğru tespit edilip, yapılacak mücadele ve çalışmaların da buna göre belirlenmesi gerekir. Tüm bunlar elbette ki sadece Gökova için değil, Bodrum’un Kuzey kıyıları, Marmaris, Datça, Fethiye kıyıları başta olmak üzere tüm Ege ve Akdeniz kıyıları için geçerli.

Doğa büyük bir saldırı altında. Buna duyarlı olan insanların gücü bu kadar çöpü temizlemeye yeter mi bilmiyorum. Lokal yerlerde, çöp toplamak da bu şov dünyasında kullanılıyor gibi geliyor bana. Bazı gruplar çevre temizliği yapıyoruz diyerek, gönüllü insanlardan yardım istiyor. Ama bir bakıyorsunuz ki, sadece kendi yaşam alanlarında bunu yapıyorlar. Bunu küçümsemiyorum, hiç olmamasından daha iyidir. Ama başka uzak noktalardaki çöpler onları fazla ilgilendirmiyor ya da kendi bölgelerinin temizlenmesini yeterli buluyorlar. Bence bu duyarlılığı daha örgütlü hale getirmek gerekiyor. Sadece temizlemekle kalmamalı, bunun için cezai işlem yapılması konusunda mücadele yürütmeli, hatta doğanın yoğun saldırı altında olduğu yerlerde gidip, halka karşı eylem yapmalı belki de. İnsanların bunu anlamasının başka yollarını aramalı. Çevre örgütleri, bu konuda popülist halk söylemlerinden kaçınmalı ve bu işin lokomotifi olmalı. Koylardaki kaçak yapılaşmalara karşı, ormanların talan edilmesine karşı, HES’lere karşı, maden ocaklarına karşı eylemlerin örgütlenmesi, kitleselleşmesi belki de buradan geçiyor. Tatilcinin, arıcının, çiftçinin, balıkçının yolcunun çevreye verdiği zarar bunlardan bağımsız değil. Çevre bilincini geliştirecek temel şey, az duyarlı insanların kendi hayatını etkileyen sebeplerden başlar. Ve bu sebep yaşadığımız bölgede istemediğimiz kadar çok. Yeter ki, bölgede yaşayan insana içinde bulunduğu tehlike doğru anlatılsın.

Gökova/Muğla, 30 Ağustos 2018

Not: İlk kez bir yazımın paylaşılması konusunda, düşüncelerime katılanlardan yardım rica ediyorum. Hatta isim belirtmeden, kopyala/yapıştır yapmak serbesttir. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.