Saatler tam hasreti gösterdiğinde,
Güneş Sakar’dan batıyordu.
Serçeler “cik, cik” değil,
“hasret hasret” ötüyordu.
Kumruların kanat çırpışından,
Kırlangıçların şuursuzca uçuşundan
“hasret” sesleri geliyordu.
Hani o her dilden konuşan bir kuş vardı;
“Ayşe” der, “Fatma” der, hatta “miyav” derdi.
O da artık sadece “hasret, hasret” diyor,
başka bir dil konuşmuyordu.
Cırcır böcekleri adını değiştirdi,
Tevekkeli onlar da konuşuyordu hasretin dilinden.
Şair çoktan eskitmişti prangalarını hasretinden.
Ben asırlardır beklemekteyim hasretimden.
Kilometreler hesaplamıştım, rüyalar görmüştüm.
Uçaklar, otobüsler saymıştım.
Medet ummuştum yolcusuz gemilerden.
İçim hoplardı karşıdan geçen otomobillerden.
Oysa hasret acımasızdır,
gizli bir zevk duyar bekletmekten.
Birazdan ay çıkacak, henüz on beşinde.
Sabaha güneş doğacak, gölgede kırkında.
Ne denizlerde, ne akarsularda,
ben hasretimde yüzeceğim,
gecenin karanlığında, gündüzün aydınlığında.
Sigaranın dumanı hasret, suyun akışı
Rüzgarın sesi hasret, ağacın gölgesi
Çölün vahası hasret, dağların karı
Geçer sayılı günler, hasret başımın tacı.
20 Temmuz