Bu seçim sonuçları benim açımdan umutsuzluğumun perçini oldu. Geçen yıl yapılan referandumu normal seçimlerden farklı görmüş ve uzun bir aradan sonra sandığa gitmiştim. Geçen pazar yapılan ise, genel seçimler olmasına rağmen, referandumun rövanşı gibi görerek yine sandığa gittim. Her iki seçimin sonucuyla birlikte, siyasetçi-seçmen ilişkisini kısmen de olsa yaşadım ve yeniden bir yol ayrımına geldim. Yani yeniden 2000’ler ayarlarıma döndüm. Belki de daha geriye…
Seçim sonuçlarından yola çıkarak; ikinci tura kalacak oy neden alınamadı, AKP-MHP ittifakı nasıl bu kadar oy aldı, İYİ Parti’ye rağmen MHP oylarını neden koruyabildi, CHP değişim çabalarına rağmen, milletvekili seçimlerinde neden az oy aldı, İyi Parti ve Saadet Partisi beklenen oyu neden alamadı, HDP Cumhurbaşkanlığı seçiminde Demirtaş’ın düşük oyuna rağmen, milletvekili seçimlerinde aldığı oyları kimden aldı, Kürt illerinin oy dağılımındaki değişikliklerin sebebi ne, Anadolu Ajans seçim sonuçlarını neden çok erken ve Tayyip Erdoğan’ın yüksek aldığı yerlerden başlayarak verdi, Muharrem İnce’nin özel mesajı, seçim açıklaması gibi neden verildi, gibi daha onlarca seçim sonucu mevzusuna derin analizler yapmayacağım. Bunlar için düşünmek, kafa patlatmak, tartışmak, gelecek seçimlerden medet umanların, gelecek için hâlâ umut taşıyanların işi olsun.
Seçim sonuçlarıyla ilgili düşünceme birkaç cümleyle şöyle açıklayabilirim: Geniş muhalefet kesimi ciddi bir ittifak denemesi yapmasına karşın, karşılarında koşulsuz biat etmiş bir çoğunlukla karşı karşıya kaldılar. İttifakın ortak dili kendi bileşenleri (HDP dahil) için yeterliydi ama, iktidarın seçmenini kazanmada yetersiz olduğu gibi kışkırtıcıydı. Zira o seçmen iktidarın hatalarını, yanlışlarını görmekte çoktan kör edilmişti. 16 Nisan 2017 referandum sonuçlarına göre daha fazla oy almaları ise şunu gösteriyor; o kitle azalmadığı gibi çoğalıyor. Yeni seçmeniyle, mültecisiyle, yeni rant ve nemalanma olanakları verilen çevresiyle çoğalıyorlar. Muhtemelen önümüzdeki yıl yapılacak, yerel seçimlerde daha da fazla oy alacaklar, daha fazla belediye kazanacaklar. Zaten muhalefet belediyeleri de kendilerinden hizmet bekleyen halka şu cevabı vermiyorlar mı? “Biz farklı parti olduğumuz için iktidar işimiz yaptırmıyor, ödenek vermiyor, teftişlerle zora sokuyor” falan… Kısaca AKP dönemi ANAP dönemi gibi sona erecek gibi görünmediği gibi daha da yerini sağlamlaştırıyor. Nedeni ise, Turgut Özal Cumhurbaşkanı olup yürütmeden uzaklaşmış, ANAP’ın sonunu bu getirmişti. Oysa Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığını yürütme yaparak bunun önünü kesti.
O zaman ne yapmalı, bu duruma teslim mi olmalı? Bu soru karşısında, içi laf salatası dolu, ideolojik, politik, teorik, felsefik, sosyolojik tesbitler ve öneriler yapılabilir. Bunu yapan yüzlerce makale, araştırma okuyabilir, panel, konferans dinleyebilirsiniz. Lâkin benim küçük dünyamdan görünen şu: Küçük protestoların, eylemlerin işe yaramadığı bir dönemde yaşıyoruz. Mücadele için büyük kuvvetler gerekiyor ki, bu durumda karşında sadece iktidar olmayacak. O iktidarı her koşulda destekleyen taraftarıyla mücadele etmeyi de beraberinde getirecek. Özetle, sonunda içsavaşı göze alacak kadar ciddi bir mücadele gücüne ihtiyaç var. Bu bana mantıklı gelmiyor. Tek umut, tek adamın siyaset yaşamı bittiğinde, arkasında bırakacağı rantın paylaşımında çıkacak iç kavgaları gibi görünüyor.
Yirmili yaşlarda dünyayı keşfettim, daha güzel bir ülke, daha güzel bir dünya için mücadele ettim. Otuzlu yaşlarda bu mücadelenin yanlışlarını, beyhudeliğini keşfettim, yoruldum. Kırklı yaşlarda kabuğuma çekildim ve sadece izledim. Artık ellili yaşlarda sanırım izlemeye bile takatım kalmamış. Kendi vicdanımla, kimseye hesap vermeden, kimseyi incitmeden, çevremde olabildiğince az insanla yola devam etmek yapabileceğim tek şey.
28 Haziran 2018