Cennetin aşağısı; Geyik Kanyonu

Bir kanyonum eksikti, o da oldu. Geçen hafta Sandras Dağı dönüşü, Karabörtlen kavşağından geçerken konuştuk; “bir de şu Geyik Kanyonu’nda yürüsek iyi olacak” diye. 5 Mayıs Cumartesi günü sadece bir dilekken, Muğla Dost grubu Perşembe günü, 13 Mayıs’ta Geyik Kanyonu’nu yürüyeceğini ilan etti. Bu yıl yürüyüş sezonu bitmeden kanyon yürüyüşünü de yapmış oldum.

Muğla Dost, yürüyüşe bir de özel isim (Power Mehmet anma yürüyüşü) koymuştu. Önce buna bir anlam verememiştim. Fakat, on metre kadar genişlikte, sığ ve iki tarafı onlarca metre yüksek kayaların olduğu bir noktaya geldiğimize, bugünkü yürüyüşte bize liderlik yapan Muammer Akcan, hepimizi durdurdu ve önce Power Mehmet’in hikâyesini anlattı, sonra da hep birlikte onun anısına daracık görünen gökyüzüne baktık. Muğla’da elektrikçilik yaptığı için Power lakabını alan Mehmet, Muğla Dost grubunun yöneticilerindenmiş. Yıllar önce yine bu kanyonu yürürlerken, daha yürüyüş bitmeden hava kararmaya başlamış. Böyle bir yürüyüşü gece tamamlamak mümkün olmadığı gibi, önceden bir tedbir de alınmamış. Telefonların çekmediği bu noktada, Power Mehmet, grubu o noktada bekleterek, tek başına en yakındaki köye gitmeyi başarmış. Oradan jandarmaya haber verilmiş ve yardım ekipleri gelerek grubu güvenli bir şekilde kanyondan çıkarmış. Cesaretiyle onlarca kişinin canını kurtaran Power Mehmet ise birkaç yıl sonra genç yaşta hayata veda etmiş. İşte bu nedenle Muğla Dost grubu her yıl bu yürüyüşü Power Mehmet anısına düzenliyormuş.

Yürüyüşe, yani kanyona gelecek olursak muhteşemdi. Muğla’dan, Denizli yoluna doğru devam edip Gölcük kavşağını geçtikten sonra Çakmak Köyü’ne girdik. Köyün çıkışında, kanyon girişinde araçtan indikten sonra, yanımıza her halükârda ıslanacak eşyalarımızdan birer çanta yaptık. Telefonları yanımıza almanın riskli olacağı uyarısına rağmen, o riske girip fotoğraf çekmek için tAdını yaban geyiklerinin geçişi bölgesinde olmasından alan kanyona ulaşmak için yaklaşık dört kilometre yürüdük. Akar suyun başladığı yerden itibaren, yol bulma derdimiz kalmadı. Tek yol vardı, o da suyun gittiği yoldu. Kanyonun sağı ve solu dev gibi çınarlar (bu arada Muğlalılar çınara kavak diyor), çeşitli çamlar, sığlalar (günlük) ve daha çeşit çeşit ağaçlar ve endemik bitkilerle kaplı. Bazen onlarca metre yükseklikte kayalar sarıyor her iki yanımızı, ama ağaçlar bu kayaların, ortasında tepesinde, dikine ve yanlara doğru yine köklerini salacak bir yerler bulmuş. Bazı yerlerde adeta tünel içinden geçiyormuş hissine kapılıyor insan. Sanki kanyon içinde zaman yolculuğuyla eski çağlara gelmişsiniz, hani bir anda karşınıza dinazor çıksa hiç şaşırmazsınız.

Su ve kuş sesinden başka hiçbir sesin olmadığı dere yatağının geniş olduğu yerlerinde çok rahat yürünüyor. Ancak bazen daralıyor ve derinleşiyor, kenarlarda ise koca kayalar olduğunda, göğüs hizasında suya girerek geçmek zorunda kalınabiliyor. Su içindeki taşlar yosunlu ve kaygan olduğundan, bazen de suya kapaklanmak yürüyüşe dahil. Yine kanyon boyunca küçüklü büyüklü mağaralar ve bunların en büyüğünde sarkıtlar bulunuyor. Sarkıtların bulunduğu yere çıkmak için bir de merdiven var. Geyik göremedik ama izini gördük. Belli ki kendilerini güvenli hissettiklerinde kanyona sularını içmeye geliyorlar.

Kanyon yürüyüşünü ters istikametten başlayan, Kuşadası Ada Dağcılık kulübü üyeleriyle karşılaşıp, kısa bir sohbet yaptık. Yürüyüşün son bölümünde geçen sene Arıcılar köyünde meydana gelen depremin kanyonun yapısını da ciddi şekilde bozduğunu gördük. Kayalar uçmuş, ağaçlar devrilmiş, su yatağı yüzeyin altına geçmiş. Burayı daha öncede yürüyen arkadaşlar, o bölümde ciddi bir değişim olduğunu söylediler. Zaten su olduğu zamanın izleri gökkuşağı gibi kendini belli ediyor. Yapacak bir şey yok, bu da doğaya dahil.

Son bölümde kanyondan ayrılıp, Arıcılar Köyü’nün altındaki şelalede yıkanıp, köye doğru yürüdük. Buraya bir tesis yapılmış ama kullanılmıyor. Ve her taraf çöplüğe dönmüş. Aracımızın beklediği yer ise büyük çöplük halindeydi. Muhtemelen bazı resmi kurumlar buraya daha fazla insanın gelmesi için çaba harcıyorlar. Ama bu çabanın küçük bir kısmını, buraların temizliği ve bakımı için harcamıyorlar. Keza, buraya gelen insanlarda bu konuda hassas davranmıyorlar. Çünkü yürüyüş boyunca da geri dönüşümü olmayan çöplerle karşılaştık. Bir çeşit kıskançlık olsa da, bu tür yerlerin çok tanınmasına ve ziyaret edilmesinden rahatsız olduğumu fark ettim. Son bölümdeki moral bozucu duruma rağmen, yedek kıyafetlerimizi giyip, bu cennet yerden ayrılırken şöyle düşündüm; insanlar içinde yaşadığı cenneti fark edemediği için başka “cennet” arıyor. Gerçek cenneti ise cehenneme dönüştürüyor.

Sayelerinde burayı keşfetmeme neden olan Muğla Dost grubuna teşekkür ederim. Daha fazla fotoğraf için galeriye bakabilirsiniz.

14 Mayıs 2018

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.