Doğa; insanın soyunu tüketecek yegane güç

Şehirlerde tam fark edemiyor insan. Oralarda doğanın bozulmamış, kirletilmemiş halini görmek çok zor. Ve bir süre sonra da, bu durumu “normal” karşılayıp, yaşamlarımıza devam ediyoruz. Ama, büyük şehirlerden çıkıp, kasabalara, köylere, dağlara, tepelere gidince insanın içi sızlıyor. İnsan olmaktan utanmamak, insanlardan nefret etmemek mümkün değil. Aslında dışarıdan çok keyifli görünen doğa yürüyüşlerinin öyle bir berbat tarafı var ki, o kısmından yürüyüş sonrası hiç bahsetmiyoruz. Doğaya yapılan saldırının, kirliliğin fotoğraflarını hiç çekmiyoruz. Hep güzel şeyleri konuşup, yazıp, fotoğrafını çekiyoruz. Farkında olmadan bu durumu kabullenmiş oluyoruz. Gerçek şu ki, doğanın bağrında çok büyük bir ızdırap var. Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde bile bu ızdırabı görmek mümkün. Ne tarafa baksak iç sızlatan bir manzara. Kimini devlet yapıyor, kimini sermaye, kimini kasabalı, kimini köylü, kimini tatilciler, kimini tek tel insanlar, kimini sen, kimini ben. Düşündüm düşündüm işin içinden ancak şöyle çıkabildim:

Dünyanın daha yaşanır bir yer olması konusunda, insanların icat ettiği sistemler ve teknolojilerden hiçbir şey beklemiyorum artık. Ben doğanın gücüne inanıyorum. Elbette ki dinsel bir inanış değil bu. Tam tersi akıl süzgecimden geçmiş bir inancın ortaya çıkardığı bir güç. Bu gücü düşünürken de, bazen ona sitem ediyorum, bazen de büyük ümit bağlıyorum. Sonra bir bakıyor um ki, sitemle, ümit iç içe girmiş.

Keşke doğa daha kindar olabilseydi, kendini koruma otokontrolünü insanların ona verdiği zarar karşısında hızlı bir refleks gösterebilseydi diyorum. Veya kendisine yapılanları unutmasa, tolere etmeye çalışmasaydı da, elindeki gücüyle anında karşı saldırıya geçebilseydi. İnsan soyunun bu derece acımasızlığını, hoyratlığını, yok ediciliğini kabullenmeyip, misliyle karşılığını verebilseydi diyorum.

İşte böyle yapacak…

Bir ağaç kesilirken, bir poyraz çıksa ve yanındaki ağaçlar, ağaç kesenleri yerle bir edebilseydi.

Ormanları bilinçli olarak yakanları, rüzgarıyla ateş çemberine alıp, yakılmanın ne olduğunu gösterebilseydi. Dikkatsiz davranarak yanmasına sebep olanların başına ağaç dalları devirseydi.

Beton dökülen her yerde depremler olsaydı, betonu dökenleri, döktürenleri toprak yutsaydı.

Nehirler, ırmaklar sel olup taşıp, termik ve hidroelektrik santralleri yerle bir edebilseydi.

Denizi kirleten deniz taşıtları bir tusinamiyle denize yem olsaydı. Kimyasal atık kusan fabrikaları sular altında bıraksa, dağları üstüne devirseydi.

Karasında, denizinde dinamit patlatanları, havasız mağaralarına hapsetseydi.

Moloz ve her türlü atık atanların yollarında heyelanlar yaratıp, onları da moloz haline getirseydi.

Kıyıları, ormanları, yol kenarlarını, parkları, bahçeleri çöplüğe çevirenleri, yabani hayvanlarına yem etseydi.

“Keşke” sözü tabi ki çaresizliği ifade ediyor. Oysa doğanın bunları yapmamış olması hiç yapamayacağı anlamında değildir. Çünkü doğa, yaşayan en büyük organizmadır. Doğanın, insan soyunun kendisine verdiği zarara karşı bir tepki vermemiş olması, hiç vermeyeceği anlamına gelmez. Henüz vermemiştir bana göre. Doğanın, kendisine verilen bu zararlara bir şekilde dayanacak gücü henüz vardır. Ama bu bittiğinde…

İnsan soyunun doğaya verdiği zararlar her geçen gün artıyor. Doğanın kendi işleyişi, yine kendisinin bir parçası olan insan soyu tarafından büyük saldırılar altında. Bu saldırı, devletler, büyük sermaye, küçük sermaye gibi güçler tarafından kitlesel yapıldığı gibi, toplumun çeşitli katmanları hatta tek tek bireyler tarafından da acımasızca yapılıyor. Devletler ve sermaye eliyle, dağlar, tepeler devriliyor, suların yolları değiştiriliyor ya da kurutuluyor, orman katliamları yapılıyor, denizler lağıma dönüştürülüyor, kıyılar talan ediliyor. Zira tek tek insanlar da boş durmuyor; şehirliler, araçlarıyla doğayı gaza boğuyor, tüketim çılgınlığıyla beton ve demir yığınına dönüştürüyor, dönüşümü olmayan atıklarıyla kirletiyor. Köylüler, yaşadıkları doğal güzelliğin değerini bilmeden, her köşeyi çöp yığınına dönüştürüyor, arıcısı, çiftçisi her türlü kimyasal ve dönüşümsüz atığını doğada bırakıyor. Tatilcisi, ormanları, kıyıları, yolları çöplüğe çeviriyor. Doğaya karşı kitlesel bir saldırı halindeyiz. Ve her birimiz, araçlarımızdan çöplerimizi dışarı fırlatıyoruz, içecek kutularını, poşetlerini, sigara izmaritlerini şuursuzca doğaya atıyoruz. En ücra dağ başlarında, ormanlarda, patika yollarda, deniz kıyılarında, göl kenarlarında çöp dağlarıyla karşılaşıyoruz.

Ben doğadan ümitliyim. Doğa sadece kendisini korumakla kalmayacak, insanlığın dünyaya getirdiği her türlü kirlenmişliğe de son verecek. İnsanlık eğer daha güzel günler görecekse, bu kendi içinden çıkardığı sistemler, inançlar aracılığıyla olmayacak. Doğanın gücü insan soyuna hiç beklemediği bir anda öyle bir tokat vuracak, öyle bir alt üst oluş yaşanacak ki, birçok sorun kökünden çözülecek. Belki bundan insan soyunun yaşayan olumlu unsurları da payını alacak ama hiç önemli değil. Çünkü, insan da doğaya dahildir, zira doğanın gücünün üstünde bir güç yoktur bana göre.

Doğanın gücü dediğimiz şey, insan soyu tarafından kendisine karşı yapılan saldırının pekala farkındadır. Bu saldırıya tahammül ettiği kadar etmiştir, belki daha da edecektir. Ama bir noktadan sonra doğanın gücü, elbet kendi içinden çıkmış ama kendisine sürekli saldıran insan soyuna karşı savaş ilan edecektir. Aklına güvenen insan soyu başına nasıl bir bela aldığını o zaman fark edecektir. Karşısındaki gücün silahına, bugüne kadar icat ettiği hiçbir teknoloji cevap veremeyecektir. Doğa, kendi seleksiyonu içinde en akıllı canlısına dönüştürürken insan soyunu, onun verebileceği zararlardan bağımsız bir harekette bulunmadığını düşünüyorum. Milyarlarca yıldır, kendi içinden gelen saldırılardan dolayı binbir badireler atlatan doğa, insan soyunun da kendisine vereceği zararları o seleksiyon içinde gelişmiştir. Hiçbir insan aklının doğaya tamamen hükmedebileceğine veya yok edebileceğine inanmıyorum. İnsanın doğaya verdiği zarar, onun canını acıttığında misliyle karşılığını alacaktır.

Ha gayret insan soyu; sonun yaklaştı. Kirlenmiş sistemlerinle, süpergüç devletlerinle, kızıl ötesi ve kimyasal silahlarınla, betonlarınla, zehirli gazlarınla, teneke yığınlarınla, plastiklerinle ve elinden bıraktığın her türlü pisliğinle  kirletmeye, katliamına devam et. Sonun, sorumsuzca yaptığın bu saldırılarından olacak.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.