Üç yıl önce kol saatimin kayışı kopunca yeniden yaptırmayıp, saatten kurtulmuştum. Ama saate bakmaktan kurtulamadım. Güneş anlımı yakıyor, kemiklerim ısındı. Bunu bozmak istemiyorum. Şimdi saati neden merak ettim ki? Güya yaşamımdan zamanı çıkarmak istiyordum. Uyumayı, yatmayı, kalkmayı, yemek yemeyi zamana göre değil, vücudumun ihtiyaçlarına göre yapacaktım. Bazen kendiliğinden oluyor, bazen olmuyor. Sigarayı saate göre içmeyi hâlâ bırakamadım. Kahvaltı sonrası ilk sigara demiştim. Genelde kahvaltıyı saat on bir gibi yapıyorum, sigarayı on ikiye doğru içiyorum. Arada kahvaltıyı erken yapmak zorunda kaldığımda, sigara için saatin on biri geçmesini bekliyorum. Şimdi bu güzel güneş altında saatin kaç olduğunu neden merak ettim ki? Diğer sigaraları da öyle; saat ikiden önce ikinci sigarayı içmek istemiyorum. Dörtten önce de üçüncüyü. Ne anlamsız bir planlama ve zamana bağlılık benim yaptığım. Oysa bir meşguliyetimden dolayı, akşama kadar sigara içemediğim de oluyor. İşte o zaman zamanı unutabiliyorum. “Acaba saat kaç?” bazen karnım erken acıkıyor. Ama cezalı gibi akşam altıdan önce yemiyorum. Olmayacak böyle. Saate bakmamak için de kendime bu kadar eziyet etmesem iyi olacak. Eni iyisi telefondan bakayım. Bu telefonu alırken de devrim yapmıştım iki yıl önce. İlk kez akıllı telefonum olacaktı. Artık elimin altında fotoğraf çekecek bir telefon. Whatsaap’den herkesle haberleşebilecektim. Fazlasına ihtiyacım yoktu. Ama şimdi yetmiyor bana. Çünkü ihtiyaçlarım değişti. Her an elimin altında. Eskiden bilgisayardan yaptığım çok şeyi bundan yapmak istiyorum. Sanırım çevre etkisi. Telefonu aldığımda İnstagram’ı bilmezdim bile. Şimdi her an bakıyorum. Facebook’a da öyle. Haliyle bu telefon yavaş kalıyor, donuyor, video yüklemiyor, kendinden kapanıyor. Birçok kişinin kullandığı uygulamayı kabul etmiyor. Neyse ki, saati gösteriyor; iki onbeş. Güneş hâlâ yakıyor. Hazır telefonu almışken, Facebook’a bakıyorum. Profil çok değişti. Artık Facebook, yaşlılar kıraathanesi gibi. Gençler buraları terk edip Tweeter’a, İnstagram’a geçeli çok oldu. Sayfaları dursa bile, girip çıkmıyorlar, girseler bile aktif olmuyorlar. Onlar da haklı. Buradaki ortam da düzey iyice düştü. Beğenmedikleri amcalar, teyzeler, hatta dedeler günlük yaşamlarında yaptıkları muhabbetleri yapıyorlar. Ne bir yaratıcılık var, ne de onlarda ki kıvrak zeka. Doğruluğuna, yanlışlığına, tarihine, imlasına, hatta içeriğine bakmadan paylaşımlar yapıyor buranın yeni sakinleri. Elli, altmış, yetmiş yaşında doğmuş çocuklar gibiler. Kendi dünya görüşüne zıt yazıların, sadece başlığına bakarak yazılar paylaşanlar bile var. Hele fotoğraf paylaşımları; kendi çekmedikleri, bir yerlerde paylaşılmış ya da internetten indirilmiş fotoğrafları paylaşırken ne düşünüyor bu insanlar? Marifet bunun neresinde? Eskiden olsa bunlara yorum yapar, çelişkisini anlatırdım. Artık öyle takatim de yok. Bazen gülüyorum, bazen kızıyorum, bazen de çıkartıyorum arkadaşlıktan. Bazılarını ise ayıp olmasın diye çıkartmıyorum ama, gönderimlerinin ana sayfama düşmesini engelliyorum. Belki benim için de öyle diyenler vardır. Hele şu doğum günleri beni çok bayıyor. Kimsenin sayfasına yazmıyorum. Gönül koyanlar bile olmuştur bu nedenle. Olsun. Saat iki otuz oldu. Biraz bulutlar geçse de, arkasından güneş yakıyor. İyi ki karşı komşu da evde yok. Bana bir zararı yok ama, kimse olmayınca kendimi daha iyi hissediyorum. Sıfır Forum kapanıp da Facebook’a ilk geldiğimde bana çok ilginç gelmişti. Şimdi ise beğenmiyorum. İnstagram biraz daha iyi. Gerçi Facebook’un şimdiki profili İnstagram’a girdikçe orası da bozuluyor. Aynı şeyleri orada da yapıyorlar. Google’dan indirdikleri fotoğrafları paylaşanlar var. Paylaşım altlarında saçma muhabbetlere girenler var. Bu gidişle orası da kahveye dönecek. Her ikisinin de ölçü “beğen”almak. “Ben seni beğendim, sen de beni beğen.” “Beğenmedim ama, hatır için beğeneyim bari.” “Beğeneyim ki, o da benim paylaştığımı beğensin.” Adı konulmamış bir ticarethane. Egolar alıp, egolar satıyoruz. Black Mirror dizisi hayatımıza girmiş bile. İnstagram’da ciddi bir reklam, tanıtım ticareti dönüyor. Takipçi, görüntüleme, beğenme sayısına göre reklamlar alınıyor. Ürünler satılıyor. Takipçisi yüzler, binler olanı kimse sayfadan saymıyor. Akşama biraz türlüm var, yanına pilav yapsam mı? Yoksa cacık mı? Cacık yapacaksam buzluktan rendelenmiş salatalık çıkarmam lazım. İki yıl önce telefon alırken bu sanal çarkı hiç bilmezdim. Şimdi beni de içine aldı. Neden acaba? Demek benim de egomu besliyor bir şekilde. Kurtulmak istemediğime göre, ben de nemalanıyorum bu alemden. Gerçek yaşamda kalabalıklardan kaçıyormuşum gibi yaptım, ama sanal yaşamın içinde olmaktan keyif alıyorum. Aynı şey aslında. Benim yaptığım da ikiyüzlülük. Saat iki kırk beş. Bulutlar artıyor, sıcak azalıyor. Elma ağacının yaprakları bitmek üzere. Bir ara onları budasam iyi olacak. Armudu, narı, portakalı da budayayım. Limon ağacı rekor kırdı. Üçüncü yılında küçücük bir ağaç ama, dalları limon dolu. Bu mevsimde güneşi biraz az görüyor. Limonlar sararmıyor. Kalkıp buzluktan salatalığı çıkarsam iyi olacak. Bu yemek meselesini de neden bu kadar abartıyorum ki? Plan yapma hastalığım var. Sadece akşam yemeğini değil, yarının kahvaltısını, akşam yemeğini de düşünüyorum. Bazen üç dört gün sonrasını. Sadece yemek işini değil. Yapılacak işler planı yapıyorum sürekli. Kendimi alamıyorum. Oysa topun gelişine vurmayı istiyorum. Bazen farkında olmadan yakalıyorum kendimi. O zaman durduruyorum, vazgeçiyorum. Saat üç oldu. Güneş çıkınca hava ısınıyor, önüne bulut gelince en az üç, dört derece soğuyor. Gündüzleri yaz gibi, gece kışa dönüşüyor. Bazen on beş, yirmi derece fark ediyor. Seneye bir soba mı kursam? Sobanın sıcağı daha iyi ama, çok eziyetli. Uğraşmaya değer mi? İyi bir elektrik sobası daha temiz çözüm de olabilir. Eve geç vakit gediğimde, soba derdiyle uğraşmam. Saat üç çeyrek. Bugün Cuma. Telefonun mesaj sesi fazla geliyor. Bazı Facebook müdavimleri ve Whatsaap gruplarında “hayırlı cumalar” mesajlar gönderiyor. Whatsaap’de etkinlikler gruplarına mesaj düşüyor. Acaba yeni bir şey mi var mı diye bakıyorum. “Cuma mesajları” çıkıyor karşıma. Nasıl bir mantalite? O grubu amacı dışında kullanmaktan neden rahatsız olmuyorlar? Kendisiyle inancı arasındaki bu hareketin başkalarını ilgilendirmeyeceğini neden düşünmüyorlar? İnançları dayatmayı normal bir davranış haline neden getiriyorlar? Hassas bir konu olduğu için tepki vermek de kolay değil. Bunu düşünemeyecek kişilerle buluştuğum ortak paydalar bile beni rahatsız ediyor. Bulutlar çoğaldı yağmur başladı. Daha üzücüsü bu insanlar kendilerini toplumun önünde görüyorlar. Sanal ortam üzerinden şiddet uyguladıklarının farkında bile olamayan ilericilik. Bunları görünce aşırı dincilerin yaptıklarını da normal karşılamak gerek. Çok sıkıntılı bir durum. Saat üç otuz. Yağmur önce vakitsiz açan güllere düşüyor. Kış günü güller açtı bahçede. Önce sarı, sonra turuncu, şimdi de bordo gül. Geçen sene bu zamanlar burada değildim. Acaba açmışlar mıydı? Yoksa vakitsiz mi oldu bu sene? Sıkıntı saatim geldi. İnsanlar artık okumuyor. Sadece fotoğraflara videolara bakıyor. Fotoğraf sayısı fazla, video süresi uzunsa onlara da bakmıyor. Ezbercilik gelişiyor. Farkındalık yok. Bir şeyleri empoze etmek çok kolay. Her şeyi tam olarak anlamıyorlar. Daha kötüsü anladıklarını sanıyorlar. Bilgiçlik hastalığı yayılıyor. Saat üç kırk beş. Buraya geldiğimden beri telefon tellerinden beni gözetleyen iki kumruyla bakışıyoruz. Yan komşunun bahçesindeki selvi çamda yuvaları da vardı. Çam kökleri duvarı yıkacak diye güzelim çamı kesip, kumruların yuvasını dağıttılar. O yuvada iki de yavru yapıp büyüttüler bu kumrular. Uçmayı da öğretip gönderdiler yavrularını. Bunlar hâlâ buradalar. Yeni yuvalarını göremedim ama yakında olmalılar ki, hep gelip beni izliyorlar. Birisi şimdi sırtını döndü bana. Sanırım anladı kendilerini izlediğimi. Telleri kaldırmasalar bari. Saat üç elli sekiz. Güneş suyu ısıtmış mıdır acaba? Sosyal medyadan tamamen kurtulsam yapabilir miyim? Sigarayı bırakmayı da denemeliyim? Ama geriye ne kalacak? Nasıl geçecek zaman? Keyif aldığım şeylerle uğraşmasam daha iyi. Ya da yeni uğraşlar edinmeliyim…
Ocak 2018

Yine harika… ama bak işte sosyal medyanın iyi tarafları da var. Sen bu güzel yazıyı Facebook’ta paylaşmasan ben de görüp okuyamazdım.
Teşekkürler… 🙂