Kendimi bildim bileli gözlemliyorum ki, erkekler bazı işleri yapmaktan imtina ediyorlar, bazı işlerden ise neredeyse elleri yanacakmış gibi kaçıyorlar. Yemek yapmak, bulaşık yıkamak gibi mutfak işleri olsun, ütü yapmak, çamaşır asmak, cam silmek, ev temizlemek gibi ev işleri olsun… Bu tür işleri yapmamak için ya “ben beceremiyorum” ya da “bu erkek işi değil” gerekçileri uyduruyorlar.
Bu konu beni oldukça meşgul ediyor. Şaşırtıcı olan şu ki, bu tür davranışları sadece ataerkil çevreler içinde yetişmiş erkekler değil, sosyal statüsü oldukça yüksek entelektüeller, konuşmaya gelince “en özgürlükçü” kesilen ilericiler de gösteriyor. Kadın-erkek ilişkileri konusu konuşulurken mangalda kül bırakmayan birisine bir bakıyorsun eşi/annesi evde olmayınca, mutfakta yemek pişmiyor, evde temiz tabak çanak kalmayıncaya kadar bulaşıklar yıkanmıyor. Giyecek kalmayıncaya kadar çamaşırlar yıkanmıyor, ütü ise hiç yapılmıyor. Evi bok götürse temizlenmiyor. Camları silmek, balkonda çamaşır asmak, evin önünü temizlemek gibi, konu komşunun tanık olabileceği işlerden ise özellikle kaçınılıyor. Tabii ki bu durum herkes için aynı seviyede tezahür etmiyor ve genelleme yapmak da istemiyorum. Ama hep bir çekinceyle ya yapılmıyor bu tür işler ya da baştan savma yapılıyor. Kendi işlerini yaparken her türlü teknolojik aleti kullanma kompetanı olan bu erkekler, çamaşır/bulaşık makinesi, ütü, elektrik süpürgesi gibi elektrikli ev aletleri karşısında teknoloji cahili kesiliyorlar. Nedir bu korku?
Bu tür işleri kadın yapar algısı erkeklerin bilinçaltına yerleşmiş. Bu algının yerleşmesinde annelerin payı büyük; “o benim oğlum” diyerek, bu tür işleri ya kendisi yapıyor ya da küçük-büyük kız kardeşlere yaptırıyor. Erkek çocuğuna bu konularda hep özel davranıyor. Bazen bu anne davranışını büyük kız kardeşler de yapıyor. Daha düşündürücüsü, bazı anneler erkek çocuklarının dağınıklığından, “erkeksi” davranışlarından sadistçe bir keyif alıyorlar. Halbuki bu davranışlar, çağımızın yanlış öğretilerinden kaynaklanan bir çeşit anne bencilliğinden başka bir şey değil. O erkek çocuklar büyüyüp farklı dünya görüşlerine, yaşam felsefesine sahip olsa da annesinden öğrendiklerinden kurtulamıyor. O işler karşısına çıktığında bir tedirginlik yaşıyor. Korkuyor.
Neden korkuyorsun? O işleri yaptığında ne olacağını düşünüyorsun? Bir gören olursa ne der, ne düşünür diye mi korkuyorsun? Bu işleri ilk kez yapmaya kalktığında yapamayacağından mı korkuyorsun? Bir kere yaptığında, sonrasında hep yapmak zorunda kalacak olmaktan mı korkuyorsun? Yoksaaa çükün düşecek, erkekliğini kaybedeceksin diye mi korkuyorsun? Korkma! Seni bu işlerden korkutan, annenin sana öğrettiği yanlışlar silsilesinden başka bir şey değil. Bir insanın yaptığı işle, cinsiyetinin arasında en küçük bir bağlantı yok. Bir insanın fiziksel görüntüsüyle, giyimi kuşamı ve tercih ettiği renklerle de cinsiyetinin bir bağlantısı yok. Erkeksen erkeksindir. Bu erkeklik sadece senin karşı cinsle olan ilişkinde gereklidir. Onun dışında günlük yaşamın hiçbir aşamasında cinsiyetini belirleyen erkekliğe ihtiyaç yok. “Bu kadın işi” dediğin işleri yaptığında, “bu kadın rengi” dediğin renkleri kullandığında, erkekliğine zeval gelmeyecektir.
Daha bundan elli yıl önce ülkemizde erkekler saç bile uzatmazdı. Sonra uzatmaya başladılar. Ne oldu? Çükleri düştü mü? Keza aynı dönemlerde erkekler küpe takmaya da başladılar. Ne oldu? Çükleri düştü mü? Erkekler dar kıyafet giydiler, mor, pembe, kırmızı giydiler. Ne oldu çükleri düştü mü? Komşular görürse ne der diye korkmayın, çamaşır asın, cam silin; çükünüz düşmez. Mutfağa girersem yakınlarım ne düşünür, çocuklarım ne der diye korkmayın. Önlüğünüzü giyip girin mutfağa, yemek yapın, bulaşık yıkayın, bezi alıp evdeki tozları alın, elektik süpürgesi açın, paspas yapın; korkmayın çükünüz düşmez.
Ola ki bir erkek şöyle diyebilir; “o zaman kadınlar da erkeklerin yaptığı işleri yapsın”. Büyük çoğunluğu yapıyor zaten. Fiziksel güçlerinin yettiği ve becerileri ölçüsünde… Fabrikalarda, devlet dairelerinde, bankalarda, ofislerde, avukatlık, mimarlık, muhasebecilik, mühendislik gibi serbest mesleklerde kadınlar erkeklerin yaptığı her işi yapıyor. Hatta, çöpçülük, şoförlük, itfaiyecilik, iş makinası operatörlüğü, kaynak işçiliği gibi “erkek işi” denilen işleri de yapıyorlar. Daha önemlisi, tarım gibi ağır bir iş kolunda, çalışan kadın sayısı erkeklerden çok daha fazla olduğu gibi, erkeklerden daha ağır işleri yapıyorlar. o nedenle köylü kadınların altmışına gelmeden belleri bükülüyor. Plaza diliyle söyleyecek olursak; “kariyer de yapıyorlar çocuk da”. Ama evlerine geldiklerinde “kadınlara mahsus” işleri de yapmak zorunda kalıyorlar. Elinde hem hamur var, hem de kazma kürek. Bu nedenlerle sorun kadınlarda değil, erkeklerde. Kadın işi diye bir iş yoktur. Sadece ortada yapılması gereken işler vardır. O nedenle korkmayın erkekler; çükünüz düşmez. Belki böyle olmanızda annelerinizin payı büyük, ama bu yanlışı düzeltmek sizin elinizde. Çocukluğunuzda, gençliğinizde size öğretilen tüm davranış şekillerini unutun. Korkmayın, anneniz kızmaz.
Yetişkin bir erkek olarak belki artık annenizle bu tür bir ilişkiniz kalmadı. Bu algıyı değiştirmek ve bu zinciri kırmak için, eşinizin erkek çocuğunuzu sizin gibi yetiştirmesine göz yummayın. Bir erkek çocuğun ebevyni olarak, geçmişten aldığınız bu öğretiyi çocuğunuza aktarmayın ve eşinizle birlikte ona vereceğiniz eğitimde, işleri cinsiyetlerine göre ayırmayın. Günlük hayatta yapılacak işleri değil, yaşamı paylaşmayı öğretin. Çocuklarınıza, göğsünü gere gere arkadaşlarına bu işleri yaptığını anlatacak kadar özgüven kazandırın ve bu yanlış giden zinciri kırın. Onların ve hayatlarına girecek kadınların hayatlarını da kolaylaştırın. Bu zincirin kırılması, ancak ana-oğul ilişkilerindeki cinsiyet ayrımcı bakışı değiştirmek ve erkeklerin ezberlerini değiştirmesiyle mümkün olabilir. Korkmayın kimseye bir şey olmaz.
Bu bir “medeniyet” hastalığıdır. Bilimsel araştırmalar ortaya çıkarıyor ki, insanlık tarihinin geçmişinde de yok bunlar. Tarım, kürek çekmek, taş kırıcılığı, avcılık gibi en zor işleri kadın-erkek beraber yapıyor eski çağlarda. Uygarlığın gelişmesi ve dinlerin insan yaşamına girmesiyle beraber, kadınlar ikinci plana atıldıkça, fiziki gelişmeleri yavaşlıyor. Fiziki olarak küçülen kadının doğal olarak gücü de azalıyor. Gücü azaldıkça bazı işleri yapamaz oluyor ve evlere hapsoluyor. Bu da kadınları evdeki işlerin sahibi yapıyor. Dışarıda erkekler karşısında güçsüzleşen kadın, evinde güçlü bir erkek yetiştirmek için oğluna özel davranıyor. Güçlü bir erkek yetiştirdiğini zannederken, aslında yanında bir kadın olmadan günlük hayatını idame ettiremeyen bir insan ortaya çıkıyor. Ana/oğul ve kadın/erkek ilişkilerinde bu davranış biçimleriyle sonuçlanan tarihsel süreç çok gerilerde kaldı. Artık kadınlar evde değil, yaşamın her alanında aktif. Kadının ikinci bir cinsiyet olmadığını da biliyoruz. Buna rağmen modern çağda bu hastalıklı davranış modelini halen görüyoruz. Kadınların kendi elleriyle erkek çocuklarına “üstün cins” muamelesi yapması, erkeklerin kendilerini kadınlardan farklı görmesi, ev işlerini yapamayacağına inanması, yani bu çareli öğrenilmişlik, eksiksiz bir çağ hastalığıdır. Bu hastalık sadece kadın-erkek ilişkilerini değil, toplumsal bakış açımızı, her türlü insan ilişkisini olumsuz etkiliyor.
Yıllardır gözlemlediğim bu konuyu yazmaya niçin karar verdim? Bu konulara aynen bu minvalde bakan kadın arkadaşım evinde temizlik yapacaktı. Dedim ki, “camları ben sileyim, çabucak bitiririz temizliği”. Bu sözüm üzerine bana her zamankinden farklı bir şekilde güldü. Gülüşünde biraz şaşkınlık, biraz alay karışımı bir ton vardı. Ona dedim ki, “niçin bana farklı bir gülüş fırlattın?” Yani annelerin, erkek çocuk yetiştirme tarzlarını ve erkeklerin cinsiyetçi iş ayrımlarını şiddetle eleştiren arkadaşım, bana cam silmeyi yakıştıramıyordu. Bu derecede ileri düşünen bir kadının bilinçaltında bile gizli bir iş ayrımı cinsiyetçiliği vardı. Sonra bu konu üzerine eğlenceli bir sohbet yaptık ve bu yazı o sohbetten çıktı.
Aralık 2017