Çok eski zamanlarda denizin ve ovanın hemen yanından başlayıp, aniden dikleşen bir dağ varmış. Bu dağ görünüşte diğer dağlar gibiymiş ama aslında hepsinden farklıymış. Bu farkı hiç kimse bilmiyormuş. Dağın içinde hiç toprak yokmuş, sadece kayalar varmış. Kayaların arasındaki boşluklarda ise buz gibi sular dolaşıyormuş. Kayaların arasında dolaşan buz gibi sular yüzyıllar boyunca dolaştıktan ve yerin altındaki tüm boşlukları doldurduktan sonra artık gidecek yer bulamayınca yeryüzüne çıkmaya başlamış. Buz gibi sular, dağın dibindeki ovaya ve denize önce küçük sızıntılar halinde akmış, sonra akarsuya dönüşmüş.
İçi su dolu bu dağın ve buz gibi sularda yaşayanların bir de hikayesi varmış. Dağın içindeki suların nerelerde dolaştığını, neler yaptığını, hangi kayaların arasından geçtiğini ve daha başka her şeyi bilen bir sular kraliçesi varmış. Sular, dağın içinde azgınca dolaştığı için kraliçenin adı da Azmak’mış. Kraliçe’nin, dağın içinde su yılanlarından, su kaplumbağalarından oluşan bekçileri de varmış. Bu bekçiler küçüklü büyüklü yüzlerce kanalda dolaşan suların güvenliğini ve akışını sağlıyorlarmış. Suyun her hareketini Kraliçe’ye bildiriyorlarmış. Yüzyıllar geçtikçe çoğalan ve dağın dibindeki kanallara sığmayan sular, boş buldukları aralıklardan dışarıya sızmaya başlamış. Bunu fark eden bekçiler bu durumu Kraliçe’ye haber vermiş. Sular Kraliçesi, dağdaki suların yeterli olduğunu düşünerek çoğalan suların dışarı çıkmasına izin vermiş. Ancak, dışarı çıkan sulara ne olduğunu öğrenmek için de, yılan ve kaplumbağalardan oluşan özel yetiştirilmiş on bekçisine şöyle bir emir vermiş: “Dışarı sızan sularımla beraber gidin. Bana dışarıda neler oluyor bildirin.” Emri alan yılan ve kaplumbağalar her biri suların sızdığı farklı kanallardan dışarı çıkmışlar ve bir süre sonra geri dönmüşler. Kraliçelerine şöyle bir rapor vermişler: “Sevgili Sular Kraliçemiz Azmak! Dışarıya çıkan sularımızın bir kısmı büyük bir kanalda birleşiyor. Çoğalarak, hızlanarak ve derinleşerek ucu bucağı görünmeyen tuzlu bir göle doğru akıyor. Bazı kanallarımızdan sızan sularımız da, doğrudan o büyük göle akıyor. Dışarıda çok çeşitli yüzebilen ve uçabilen canlılar var. Bir de size benzeyen çok sayıda iki ayaklı canlılar var. Bunun dışında, küçüklü, büyüklü milyonlarca çoğunluğu yeşil, bizim yosunlara benzeyen otlar var. Bütün bu canlılar bize ait suları içiyorlar, sularımızın kanallarında yıkanıyorlar, yüzüyorlar. Ayrıca kanatları olmasına rağmen uçmayıp suyumuzun üstünde yüzen canlılar da var. Emirlerinizi bekliyoruz.”
Bu haberleri alan Sular Kraliçesi Azmak uzun uzun düşünmüş. Kendisine ait olan bu suları dışarıda kullananları merak etmiş, o dünyayı ve o canlıları tanımak istemiş. En sonunda kendisine benzeyen canlılar gibi giyinerek tebdil-i kıyafet dışarı çıkmaya karar vermiş. Çıktığında yılan ve kaplumbağa bekçilerinin söylediklerinin hepsinin doğru olduğunu görmüş. Sularının döküldüğü büyük tuzlu gölü çok sevmiş ve uzun süre o sularla dans ettikten sonra, tekrar dışarı çıktığı büyük kanala dönmüş. İlk olarak su üzerinde yüzen kanatlı canlıları tanımaya karar vermiş. Adlarının ördek ve kaz olduğunu öğrendiği bu canlıları çok sevmiş ve onlara kendisini tanıtarak, sahibi olduğu suların yeryüzündeki bekçileri olmayı teklif etmiş. Ördekler ve kazlar önce çok şaşırmış ve inanmamış. Demişler ki, “bu suların gerçekten sahibi ve Kraliçesi olduğunu nereden bilelim?”. Sular Kraliçesi onlara hak vermiş ve dağın içinden gelen bir kanalın başına geçerek eliyle bazı işaretler yapmış. Bir anda kanaldan gelen sular önce azalmış sonra tamamen kurumuş. Sular kuruyunca ördekler ve kazlar paniklemişler ve çok korkmuşlar. Arkasından dere yatağındaki tüm kanallar kurumuş ve ördeklerle beraber balıklar, yengeçler, kurbağalar çekilen sulardan kalan balçıklar üzerinde kala ka
lmışlar. Yerlerine leş kargaları ve sinekler doluşmuş, kenardaki ağaçlar, sazlıklar boyunlarını büküp kurumaya başlamışlar. Her yanı kötü bir koku kaplamış. Güneş öyle bir yakıyormuş ki, balçık da kurumuş ve toprak yarılmaya başlamış. Binlerce yıllık yaşamı kayalar arasındaki sularda geçen Sular Kraliçesi hayatında ilk kez toprak görmüş. Ne var ki toprak susuzluktan acı çekiyormuş. Henüz ne olduğunu tam fark edemeyen Kraliçe, toprağın çektiği acıyı fark etmiş ve ona da kendisini tanıtmış. Bu arada ördekler ve kazlar, “sana inandık kraliçemiz, ne istersen yapacağız” diye viyaklıyorlarmış. Toprak bunları duyunca onun kim olduğunu anlamış ve demiş ki; “bana can vermiştiniz şimdi geri alıyorsunuz. Tek başına suların sahibi olarak ne yapabilirsiniz ki? Evet, sularınızla yeryüzünde ördekler ve kazlar gibi binlerce hayvana hayat veriyorsunuz. Oysa bana verdiğ
iniz sularla da ben milyonlarca canlıya yaşam veriyorum. Yarattığınız bu kuraklıkla hepimiz öleceğiz. Bundan mutlu olacak mısınız?” Kraliçe ilk kez yaptığının yanlışlığını ve gerçek değerini anlamış. Zaten ördekler, kazlar ve Toprak da kendisine inandığına göre yine bazı el işaretleri yaparak tüm kanalları geri açmış. Çıkan sularla birlikte Toprak öyle bir canlanmış, öyle bir kuvvetlenmiş ki, üzerinde binlerce çeşit bitki çıkmaya başlamış. Sular Kraliçesi Azmak, sularıyla beslenip, milyonlarca canlıya hayat verebilen Toprak’tan çok etkilenmiş ve ona karşı farklı duygular hissetmiş. Bu duygularını çok da belli etmeden yeniden buluşmak üzere krallığına dönmüş. Dönmeden önce de ördekler ve kazlara yeryüzündeki bekçileri olma görevini vermiş. Bunu duyan ördekler ve kazlar çok sevinmiş ve gece gündüz kraliçeye ait sularda devriye gezmeye başlamışlar.
Suların yeniden gelmesi ve Kraliçeyle tanışmak Toprak’ta muazzam bir coşku yaratmış. Kraliçe’nin gönderdiği suları kana kana içiyor, bitkileri besliyor, hayvanlarla şakalaşıyor, hele ördeklerle ve kazlarla sürekli şarkılar söylüyormuş. Gözü sürekli su kanallarındaymış. Kraliçeyi yeniden görmek, onunla sevincini ve duygularını paylaşmak istiyormuş. Kraliçenin de kendisine aşık olduğunu henüz bilmiyormuş. Kraliçe’nin yeniden gelmesi geciktikçe Toprak içine kapanmış ve hüzünlenmeye başlamış.
Krallığına dönen Sular Kraliçesi Azmak ise, toprağı bir türlü aklından çıkaramıyormuş. Onun dışarıdan görünen durağanlığına rağmen içindeki coşkusunu, diğer canlıları karşılıksız besleyişini, vakur duruşunu unutamıyormuş. Geceleri rüyasına giriyormuş, uykuları kaçıyormuş. Daha fazla dayanamamış ve yeniden yeryüzüne çıkmaya karar vermiş. Yanında gelen yılan ve kaplumbağaları kanalın içinde bırakarak dışarı çıkmış. Onu gören ördekler ve kazlar hemen ona doğru yüzmüşler. “Hoş geldiniz Sular Kraliçemiz, hoş geldiniz Azmak Kraliçemiz” diye şarkılar söylemişler. Kraliçe onlara selam vermiş ve nasıl olduklarını, şikayetlerini ve isteklerini sormuş. Ama aklı Toprak’taymış. Ördekler ve kazlar çok mutlu olduklarını, hayatlarından memnun olduklarını anlatmışlar. Ördeklerden birisi demiş ki; “Kraliçem yalnız Toprak’a bir şeyler oldu. Mutlu olmasına rağmen, az gülüyor. Bazen hayat verdiği canlıları bile ihmal etmeye başladı. Bir sorunu var ama bizimle paylaşmıyor.”
Bunları duyan Kraliçe hemen durumu anlamış ve kalbi küt küt atmasıyla birlikte sularda şiddetli dalgalanmalar olmuş. Belli etmemeye çalışarak, “beni ona götürün” demiş. Ördekler ve kazlar suların sığlaştığı, kimselerin olmadığı kıyıya doğru Kraliçeyi götürmüşler. Sesleri duyan Toprak, bir müfreze ördek ve kazın kendisine doğru geldiğini ve ortalarında Azmak Kraliçesi’ni görünce ne yapacağını şaşırmış. Heyecanından ne söyleyeceğini bilememiş. Sanki yeni konuşmaya başlayan bebek gibiymiş. Sulandığı halde kup kuru kesilmiş. Onun bu halini gören Kraliçe de heyecanlanmış ama belli etmemiş. Onu sakinleştirmek için o muhteşem bakışı, gülümsemesi ve sevecenliğiyle Toprak’ı kucaklamış. İkisi de hiçbir şey konuşmadan çok uzun zaman öyle kalmışlar. Bu sahne karşısında ördekler ve kazlar utanmış ve yakınlardaki sazlıkların arkasına çekilmişler. Sular Kraliçesi ve Toprak günlerce birlikte vakit geçirmiş ve birlikte büyük gölde dans etmişler.
Krallığını ihmal ettiğini düşünen Kraliçe gitme vaktinin geldiğini söylemiş ama en kısa sürede Toprak’ı krallığına davet etmiş. Toprak buna çok sevinmiş ve hazırlıklara başlamış. Kraliçe’nin gitmesinden sonra beslediği canlıların su akışını düzene koymuş. Ördekler ve kazlara da yokluğunda hayat verdiği bitkilere göz kulak olmalarını söyleyerek, en büyük kanalın önüne gelmiş. Onu kapıda yılanlar ve kaplumbağalar karşılamış ve Kraliçe’nin kaldığı kayalıklara getirmişler. Kraliçe o kadar mutlu olmuş ki, dağın içindeki bütün sulara dans etmelerini söylemiş. Dans eden sular içinde Kraliçe ve Toprak günlerce birlikte olmuşlar. Bu defa da Toprak hayat verdiği canlıları düşünmeye başlamış ve ayrılma vaktinin geldiğini söylemiş.
Ama artık ikisi de hiç üzülmüyormuş. Sular Kraliçesi Azmak ve Toprak, o günden bugüne kadar hem doğaya can vererek, hem de mutlu bir şekilde yaşamış ve ölümsüzlüğe karışmışlar. Binlerce yıl sonra insanlar, içi sularla dolu o dağa Sakar, dibinden çıkan sulara Kadın Azmağı, suların aktığı göle Ege Denizi, toprağa ise Gökova dediler.
Eylül 2017
Ellerine saglik ustat bir solukda okudum.