Ben genelde geç anlarım. Yanlış anlaşılmasın, anlatılan veya okuduğum şeyleri değil, toplum yaşamındaki yeni davranış şekillerini, bazı hareketleri anlamakta zorlanırım. Anlayıncaya kadar da, anlamak istediğim şeye canlı cansız ne olursa olsun bön bön bakınır dururum. Bir köşesi dışarı çıkmış bir kaldırım taşına da, yapraklarının sadece bir tarafı kararmış ağaca da, çöp kutularının yanına atılmış çöpler de, yolda elleri üstünde ayakları yukarıda yürüyene de aynı gözle bakar ve anlamaya çalışırım. Bazen, bakıp bakıp, yanlış değerlendirdiğimi yıllar sonra bir tesadüf sonucu anlarım. Bazen de, anladıktan sonra daha başka şekillerini görebilmek için uzun uzun sağımı solumu kolaçan ederek bakmaya devam ederim. Bu defa da, herkesin anladığından daha fazlasını anlamaya, anlamlandırmaya çalışırım.
İşte efendim yıllardan beri, önce anlamadığım, sonra yanlış anladığım, en sonunda ise anlamış olsam bile hala anlam veremediğim bir bönlüğümü anlatmak istiyorum. Konumuz, halk içinde bilinen adıyla düşük belli pantolonlar. Hani şu kalçanın yarısında neredeyse düşmek üzere olan, zira içindeki insanın hiç umursamadığı pantolonlar. Bönlüğüm şuradan belli ki, düşük belli pantolondan önce de, açık göbekli giyeceklerde de benzer şeyleri düşünmüş, benzer şeyleri yapmış ve bir türlü anlayamadan “iflaholamadığımgündemim”den zar zor düşürmüştüm. Beli açık kıyafetleri gerekçe göstererek, halkımızın içinde bulunduğu bitap duruma dair uzun bir nutuk attığımı da bilirim. Lakin tüm bunları yaşayan ben değilmişim gibi, düşük belli pantolon giyenleri ilk gördüğüm günden bu güne kadar başıma gelmedik şey kalmadı. Bu olayları yaşamış olmaktan, ne kadar suçlu olduğumu da bilemiyorum.
Yanlış anlaşılmasın açık kıyafet konusunda tutucu birisi değilim. İnsanlar rahat ettikten sonra istedikleri gibi giyinmeli, istedikleri gibi davranmalı düşüncesini savunurum. Birazdan anlatacağım olayları düşününce belki de o kadar da rahat değilim, endişelerim hala var diye de kendimi sorgularım. Olaylar zinciri şöyle başladı:
Ben daha düşük pantolon diye bir modanın varlığından bile habersizken –modaya inanmasam da, tarif edebileceğim başka bir kavram bulamadım- ve kemersiz pantolon dahi giyilmeyeceği dönemde tıngır mıngır yaşamaktayken; bir gün yolda aheste aheste yürürken, hani yolun biraz sağında solunda olsaydı görmezdim de, tam önümde yarı açık bir popo görünce önce içim parçalandı. Çünkü böyle olur olmaz hareketleri yapanların ya zekâ olarak biraz sorunlu insanlar ya da çok dar veya geniş olmasına bakmaksızın rahmetli birinden miras kıyafetleri giymek zorunda kalan yoksullar olduğuna dair bir düşünceyi nereden kafama yerleştirmişsem, o anda da böyle bir durumla karşılaştığımı düşündüm. Düşündüğüm nedenler konusunda tereddütüm olmamalı ki, kendini bilmez birinin bu kişiye bir zarar verebileceğini düşünerek ilk tepkim şöyle oldu: Bir taraftan pantolonun düşmüş yerinden tutup yukarı doğru çekiştirmeye başladım, bir taraftan da, duruş şeklini düzeltmesi için belini düzeltmeye çalışmamla, benim garibanın yerinden fırlamasıyla, “ne oluyor babalık, ayıp olmuyor mu?” diyerek karşıma dikilmesi bir oldu. Haklı yani, koca şehrin göbeğinde düpedüz gencecik bir kızcağızın poposuna bu kadar yaklaşılır mı? Tuu olsun bana, yer yarılsaydı yerin dibine girseydim çok daha iyi olurdu. Neye uğradığımı şaşırarak ilk dersimi iyi aldım.
Dersimi aldığımı zannediyordum. Çünkü benim hala düşük belli pantolondan haberim yoktu. O olayı sadece, yanlış yorumlamam üzerine gösterilen bir tepki olarak düşünerek kendimden utanıyordum. Fakat ikinci olayı yaşadığımda, şansım varmış ki olayın yaşandığı yerdeki görevli iyi niyetliymiş. Başıma bir şey gelmediği gibi, beni biraz aydınlatmaya da çalıştı. Olayın bir giyim mağazasında olması ise benim açımdan büyük şanstı. Çünkü ben önce mağazanın elinde fazla cansız manken olmadığı için, aynı manken üzerinde hem pantolon, hem iç çamaşır, hem de -neden olduğunu bilmiyorum- garip garip tüyler yapıştırdıklarını zannettim. O nedenle de tüm gözlemci duygularımla, titizlikle incelemeye başlamaya niyetlenmemle, mankenin canlanması bir oldu. Neyse ki, kızcağız bakışlarımdaki masumiyetten zarar gelmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, olayı mağaza görevlisine şikâyet etmekle kapattı. Mağaza görevlisi de, beni dinleme inceliğini gösterince, kendisine aynen şunları söyledim; “bir insanın bilerek böyle giyinmiş olabileceğini hiç düşünemedim. Meraklı bir insan olarak hem mağazanız yöneticilerinin tek mankende bu kadar çeşit sergileme becerisini yakından görmek istedim, hem de tüylerin ne anlama gelebileceğini çözmeye çalışıyordum”. Görevli bunun üzerine; “bu pantolonların moda olduğunu, bilinçli olarak bol alındığını kemer kullanılmadan, her an düşecekmiş gibi tutulduğunu, ama iç çamaşırların ve vücutlarının ücra noktalarını neden bu kadar göstermeye çalıştıklarını henüz kendisinin de çözemediğini, büyük bir sabırla anlattı bana. Dumur olmuş bir vaziyette, durumu ilk kez anlamaya çalışarak mağazadan hızla çıktım ve uzaklaştım. İkinci kez aynı olaydan başıma bir şey gelebileceğini o gün anladım.
Artık korkuyordum böyle bir durumla tekrar karşılaşmaktan. Bırakın bakmayı, düzeltmeyi, incelemeyi ve anlamaya çalışmayı, tesadüfen yoluma böyle biri çıksa da anında yüzgeri edip, tırısa kalkarak uzaklaşıyordum. Çünkü yanından geçerken ya kazayla mahrem bir yerini görürsem diye karabasanlar çöküyordu üzerime. Fakat henüz bunları düşünürken, aynı pantolonları erkeklerin de giydiğini bilmiyordum. Üstelik bunu çay bahçesinde otururken, yanımdaki arkadaşımın yan masada bize sırtı dönük oturanlardan birini gösterdiği anda fark etmemle birlikte, benim kafam iyice karıştı. Ayağa kalkıp karşı tarafa doğru bir şeyler yapmaya çalıştıkça, düştü düşecek bir pantolon, pantolondan biraz daha yukarıda düştü düşecek beyaz bir don ve onun az yukarısında, kalçanın ayrım yeri ve kıllar. Arkadaşımla beraber, düşündük düşündük böyle bir giysiyi neden tercih ettiklerini bulamadık. Garibanlık desek değil, şıklık desek hiç değil, teşhir desek, hiç çekici değil. Yoksa hem düşük bel, hem de daracık olup, kalçanın alttan bir kısmını kapatan modelleri biraz teşhir mi kokuyor?
Lakin hala bir muamma olarak kalan bu gelişmeler, beni ciddi şekilde meşgul ediyor. İşte bu durumda, benim neden pantolonu iyice belime oturttuğum ve kemerle sıkı sıkı bağladığımdan yola çıkarak yarısı bel, yarısı popo açık kalmış yerlerin neden açık kalmış olabileceğini düşündüm. Biz küçükken, donumuz, pijamamız biraz aşağı doğru düşse, büyüklerimizden kim yakınsa hemen tuttukları gibi yukarı çekerlerdi. Bunun iki nedeni vardı, birincisi, açık kalıp da üşütmeyelim diye, ikincisi de özellikle kız çocuklarının mahrem yerleri görünmesin diye. Acaba şimdi çocuk büyütenler bu sorunlara bir çözüm mü buldular ve çocuklukta zaten hep düşen giysileri yukarı doğru çekiştirmedikleri için, bu bir alışkanlık yapmış olabilir mi? Veya sıra dışı olmak adına, insanlara, “her şeyim ortada, ötesi var mı?” diye bir başkaldırı olabilir mi? Belki de, moda sektörüne, giyinmek ve marka çılgınlığına, giysinin anlamsızlığına karşı bir ince mesaj vermek istiyorlardır da, bizler köhne ve muhafazakâr kafalarımızla bunu anlamıyoruzdur. Kim bilir?
Burada hemen kendime itiraz ediyorum; sorun bir insanın belinin, poposunun hatta başka yerlerinin açılıyor olması değil. İnsan vücudunun herhangi bir yeri, başka bir yerinden daha farklı bir anlam taşımaz. Yarı çıplak gezmek bana garip gelmez, hatta çırılçıplak bile. Ama nasıl ki eldiven giyerken, parmaklarımıza oturmasını sağlarız, şapka, bere gibi şeyler giyerken, en az düşmeyecek kadar kafamıza oturturuz, aksesuarların düşmemesi için, bir şekilde kilitleriz, gözlüğümüz biraz öne doğru gelse hemen tekrar kulaklarımıza ya da burnumuzun üstüne oturtuyorsak pantolonların da bedene oturması insanı rahatlatmalı. Düşük belli pantolonlar ise, denize atılmış çöp, kırılmış bir pencere camı, yolun ortasında bir hendek rahatsızlığı gibi durmuyor mu? İşte bu nedenlerle sorun, bir insanın durup dururken, kendisini sürekli tedirgin edecek bir giysiyle nasıl bu kadar barışık olduğuyla ilgilidir. Tedirgin olmuyorsa da nedenleri nedir? Hala merak eder dururum.
Tam bu konuyu demlenmeye bırakmıştım ki, bir arkadaşım evine çağırdığı tesisatçıdan bahsederken, “ustanın çatalı da görünüyordu” dediğinde, kafam yeniden dank etti. Evlere, dükkânlara gelen ustaların neredeyse tamamının pantolonun arkası açık, üstündeki tişört kısa oluyormuş. Bu olay o kadar meşruymuş ki artık, adı bile varmış; usta çatalı. Bir an düşündüm çağırdığım ustaları; gözümün önüne tişört ve pantolon arasındaki yarık ve kıllardan başka bir şey gelmedi. Bunun nedeni üzerinde düşünmeyi ise, midem kaldırmadı. Ama bu vesileyle bu görüntünün meşru bir adı olduğunu öğrenmiştim: Çatalı göstermek.
Şimdilerde her aklıma düştüğünde düşük belli pantolonlar, gözümün önünden katar katar ince beller, kalın beller, fışkıran fışkırmayan yağlar, küçük popolar, koca popolar, kara kıllar, ayva sarısı tüyler ve rengarenk, model model donlar ve daha burada sayamayacağım nice ayrıntılardan çok, düşmekte olan pantolonun düşsem mi düşmesem mi diye çektiği sancı geliyor. Ve tüm bunlar, aklımın almadığı dehlizler tüneline doğru hızla yol alıp gidiyor.
2010
Yazılarını özlemişim… Takılayım ben biraz burada.