Altı bebekli bir anneyim ben. Başımızı sokacak, karnımızı doyuracak bir evimiz yok. Bebeklerin üçü boş bir evin merdiven altında, ikisi yaşlı bir ağacın dibindeki odunların altında, sadece bir tanesi sahibini buldu. Böyle yaşamımıza rağmen, doğumdan önce evlerin yakınından bile geçemezken, herkes beni kovalarken, şimdi yeni doğum yapmış genç ve alımlı bir kadın gibi dolaşıyorum sokaklarda. Bazen çağırıp yiyecek verenler bile oluyor. Gerçi, dengesizler sabah çağırıp yiyecek veriyorlar, akşama kovalıyorlar. Size anlatmak istediğim de bunlar işte.
Ne küçük ne büyük denilebilecek, içinde hafif siyah tüylerimin olduğu, kabarık kıllarıyla tilki kuyruklu bir sokak köpeğiyim. Belli bir bölgem yok, nerede bulursam orada karnımı doyuruyorum. Bir süre önce kızıştım ve birçok erkek köpekle çiftleştim. Doğum zamanı yaklaşınca nerede doğuracağımı, yavrularıma nasıl bakacağımı düşünmeye başladım. Bir evin arka bahçe kapısının beş metre uzağındaki ağacın dibine yığdıkları odunların altını bir hafta boyunca geceleri tırmalayıp oyarak, oldukça korunaklı bir yuva haline getirdim. Biraz daha uğraşarak, evin ters istikametinden görünmeyecek yönde kapısı olan yuvamı tamamladım. Doğumdan sonra birkaç gün çıkamayabilirim diye de aç kalarak ayırdığım yiyeceği yuvanın içinde toprağa gömdüm. Sonunda sancılarım geldi ve yuvaya girip altı yavrumu çıkardım. Göbeklerini kestim ve yedim. Onları yalayarak temizledim, emzirdim. Tam iki hafta hiç kimseye duyurmadan, arada çıkıp yiyecek bir şeyler bularak, yavrularımı besledim.
Yakınında bulunduğum evin arabası da yine ağacın altında tam yaptığım yuvanın yanındaydı. Araba çok fazla yerinden çıkmıyordu. Yuvada bulunduğum on beş gün boyunca üç defa çıktı ve hiç birisinde beni fark etmediler. Bazen bir erkek, bazen yanında bir de kadın oluyordu. Eninde sonunda bizi göreceklerdi ve bir gece bu oldu.
Aradan iki hafta geçince altı yavru hızlıca gelişti ve bu küçük yuvaya sığamaz olduk. İnsanlar ortalıktan çekildikten ve ışıklar söndükten sonra, geceleri onları dışarı çıkararak, arabanın altında rahatça emziriyordum. Bir gece, yavruların güçlü olanları ilk kez ses çıkartıp havlamaya çalıştılar. Mememle onları susturmaya çalışsam da korktuğum başıma geldi. Önce bahçenin ışığı yandı, sonra kapısı açıldı. Evin sahibi kadın ve erkek ellerinde el fenerleriyle sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorlardı ki, yavrularımdan birisinin yeniden ses çıkarmasıyla, el feneri aracın altına ve bizim bulunduğumuz yere doğru yöneldi. Sahipsiz ve herkesin kovaladığı bir sokak köpeği olarak çok korktum ama, ağzında memelerim olan yavrularımı bırakıp kaçmadım. Onların arasında ise şu konuşma geçti:
Adam: Filiiiz, bir köpek yavrularını emziriyor arabanın altında.
Kadın: Ciddi misin Ümit? Ayyyy… Keşke başka bir şey dileseymişim.
Adam: Valla Filiz ‘bir köpek yavrusu olsa da sevsem’ dedin ama, burada bir tane değil, bir sürü yavru var.
Kadın: Evet yaa. Nasıl, ne zaman gelmişler buraya?
Adam: Bilmiyorum ama başımıza büyük iş çıktı sanırım. Neyse şimdi korkutmayalım, sabah bakarız.
Diye konuşup evlerine girdiler. Biz köpeklerin insan konuşmalarını anladığımızı Bulgakov’un “Köpek Kalbi” ve Sezgin Kaymaz‘ın “Kün” kitabından zaten bilinmesi gerektiğini düşündüğümden bu konuda ayrıntıya girmeyeceğim. Evlerinde hakkımızda neler konuştular bilmiyorum. Veballeri, günahları boyunlarına. Fakat beni bir kara düşünce aldı. Yarın ne olacaktı? Beni kovalayıp, yavrularımı atabilirlerdi. En çok bundan korkuyordum. Olan olmuştu gecenin ilerleyen saatlerine kadar yavrularımı emzirdim ve sonra yuvaya taşıdım.
Yavruların sadece birisi çok güçsüzdü. Onu ben ağzımda soktum yuvaya, diğerleri peşimden girdiler ve uyudular.
Sabah adam çıktı. Ben yuvanın içindeydim ama, tilki kuyruğum dışarıdan tüm heybetiyle görünüyordu. Adam önce arabanın altına baktı, sonra beni görünce, esas yuvanın burası olduğunu anladı. Hemen arabaya bindi ve uzakta bir yere park etti. Sonra geldi ve beni kovaladı, ama vurmadı. Yavrularım viyaklamaya başladı, ben uzaklaştım. Uzakta bir ağacın altından olacakları izlemeye başladım. Eğer yavruları alırlarsa takip edip nereye atacaklarını görecektim.
Uzaktan gördüğüm kadarıyla, adamın yanına kadın da geldi. Yuva çok dar olduğu için yavrulara uzanamıyorlardı, belki de biraz ürküyorlardı. Yavruları çağırmış olmalılar ki, en kuvvetli iki yavrum dışarı çıktı. Önceleri dokunmaktan çekinseler de, sonra sevmeye başladılar. Bu hareketleri beni çok mutlu etti. Yavrularım yaşayacaktı. Sonra eğilerek diğer yavruları görmeye çalıştılar ve sonra arabalarına binip gittiler.
Şimdilik yavrularım kurtulmuştu ama benim işim daha zorlaşmıştı. Doğumu orada yapmış olduğum için bana kızgın olmalılar. O nedenle birkaç gün onlar varken ve gündüzleri yavrularımdan uzak durmam en iyisiydi. Yavaş yavaş kendimi onlara alıştırabilirsem, hem beni kabullenir hem de beslenme sorunumu çözebilirdim.
İki gün sadece geceleri onların ışıkları söndükten sonra yuvaya girip yavrularımı emzirdim ve güneş doğmadan oradan uzaklaştım. Bu arada altı yavrunun da orada kalmasını doğru bulmuyordum. Bir kısmına kalacak başka güvenli yer bulmalıydım. Bu durumu komşularım yanlış yorumladı. Yakındaki çalıların altında saklandığım ve beni görmedikleri bir zamanda aralarında şu konuşma geçti:
Kadın: Orospu. Böyle annelik mi olur? Biz gördük diye bıraktı gitti.
Adam: Başımıza tam bela aldık Filiz. Ne yapacağız şimdi? Tam altı tane yavru var ve çok tatlılar.
Kadın: Kendilerini kurtarıncaya kadar besleyelim ve birilerine vermeye çalışalım. Yapacak başka bir şey yok.
Bana orospu dedi. Kendisi belki elli yaşında. Elli senede en fazla iki çocuk büyütmüştür. Marifet sanki. Ben mi istedim bir defada altı yavruyu? Oldu işte ne yapabilirim ki? Erkek köpekler dölünü bıraktıktan sonra bir daha tanımadılar bile beni. Belki iki, belki üç baba vardır hatta belki de dört. Kızışmıştım ne yapabilirim ki? Kim yanaştıysa çiftleştim, bu da bizim doğamız işte!
Altı yavrumun burada kalması sorun olabilirdi. En iyisi üçünü bulduğum boş evin merdiven altına taşıyayım bu gece. Yakınlarda insanların yaşadığı evler de var. Aralarından yavrularımı sevip besleyecekler çıkabilir. Hem bu sayede benim karnımın doyması ve süt yapmam da daha kolay olabilir.
O gece güçlü üç yavrumu yakınlardaki merdiven altına tek tek taşıdım. Doğurduğum yerde en güçlü ve büyük yavrumun yanında, en güçsüz ve ölebilecek durumdaki yavrumu, bir de normal ve yüzü çok güzel, albenisi olan yavrumu bıraktım. Ertesi gün yeni götürdüğüm yerdeki yavrularımın insanlar tarafından beslendiğini gördüm. Bu beni çok sevindirdi. Çünkü doğurduğum yuva çok dardı ve oraya giriş çıkışım zor oluyordu. İnsanlar geldiğinde oradan uzaklaşmak da oldukça güçtü. Güvenliğimi tehlikeye atıyordum. O nedenle en zayıf ve ölebileceğini düşündüğüm yavrum dışındaki iki yavruyu da oraya taşımaya karar verdim. Lakin yuvaya geldiğimde, en güzel yavrumun olmadığını gördüm. Demek ki o yavrum kendisini kurtarmıştı. Sadece en güçlü yavrumu alarak bu yuvadan uzaklaştım.
Ertesi gün yiyecek bulamadım ve çok aç kaldım belki eski yuvadaki yiyecek kabında yiyecek vardır diye oraya gittim. Uzaktan kadın ve erkeğin zayıf, küçük ve kara yavrumu sevdiğini gördüm. Onlar görmeden biraz yaklaşarak konuşmalarını dinledim:
Kadın: Bak, dün tir tir titriyor, ayakta duramıyordu ve ölmek üzereydi. Yalnız kaldığı, annesi de gelmediği için çok üşümüştü ve açtı. Gece kolinin içine minder koymamız iyi oldu. Sütü de içince bugün canlanmış.
Erkek: Evet ya Filiz. Dün o halinde sevimsizdi ama, bugün çok tatlı olmuş.
Kadın: Annesi bunu götürmezse, bakmak için de kimse almazsa, biz mi beslesek acaba?
Erkek: Aynı şeyi düşünüyorum. Gerekirse besleriz. En azında kendi başına karnını doyuruncaya kadar bakıp, sonra bir bakım evine veririz.
Kadın: Anne de ne vicdansızmış. Hepsini taşıdı buradan, bunu ölüme terk etti.
Tam o sırada kızıştığım dönemde birlikte olduğum büyük kara köpek geldi yanıma. Oynaşmak istedi bir an hoşuma gitti, ona izin verdim. Seslerimizi duyup bize doğru baktılar. Adam yerden büyük bir taş alarak bana fırlattı. “Seni aşifte, yetmedi hala fingirdeşiyor musun?” diye de bağırdı. Ben kaçtım, taşı siyah köpek yedi.
Aynı gün akşam üstü tekrar gittim oraya. Hem yavrumun durumunu görmek, hem de yiyecek varsa yemek istiyordum. Yemek kabı boştu. Beni gören kara yavrum hemen memelerime saldırdı. Ona izin vermedim. Adam beni yine gördü ama bu defa taş atmadı. Yavrumu eline alarak bana doğru gelmeye başladı. Korktum, adam geldikçe ben kaçtım. Yavrumu yere bıraktı. Küçük karam beni görünce peşimden koşmaya çalıştı. Burası şu anda tehlikeliydi, hızla uzaklaştım. Adam sinirlendi, yerden bir taş alarak arkamdan fırlattı. Onlar bana çok sinirlenmişti ama benim ne düşündüğümü bilmiyorlardı ki.
Tek başıma beş yavruyu nasıl besleyeceğim? Onları beslemek için karnımı nasıl doyuracağım? Kimsenin yiyecek verdiği yok. Yemek artıklarını yiyebileceğim yerlere bile bırakmıyor, poşetleri sıkıca bağlayıp çöp bidonlarına atıyorlar. En bonkörleri iyice ayıklanmış balık kılçıklarını, tavuk kemiklerini veriyor. Yavrularım bundan habersiz kuru memelerime saldırıyor, çekiştire çekiştire süt arıyorlar. Bilmiyorlar ki, tüm yavrularımı doyurmaya çalışırsam hepsi birden açlıktan ölecek. İnsanların evlerine alıp sahiplendikleri de yok. Bir köpeğe bakmamak için kırk dereden su getiriyorlar. Alırlarsa da öncelikle erkek yavrularımı alıyorlar. O nedenle seçim yapmak zorunda kalmıştım. Öncelikle dişi yavrularımı beslemeliyim. Yaşama şansı zayıf olan yavrularımı en sona bırakmalıydım. Aynı yerde olursa önceliklerimi uygulayamazdım. Besleyebileceğim kadar yavrularıma başka yuva bulmak tek çaremdi.
Ama onlar da haklıydı. Ölecek diye bıraktığım yavrum kurtulmuştu. İyi bakmışlar küçük karama. Tek başına geceleri çok üşür. Ben buraya güçlü olan boz kardeşini de getireyim en iyisi dedim ve o gece taşıdım. İnsanlar her sabah başka bir manzarayla karşılaşıyor, yaptığım bu hareketlere anlam veremiyordu. Tekrar yavru sayısı ikiye çıkınca tepkilerini merak ettim. Onlara kendimi göstermeye karar verdim ve ağaçların arasından çıkarak kaçar gibi gitmeye başladım. Tam düşündüğüm gibi adam beni gördü ve bu defa kızmadığı gibi, “gel kızım, gel” diyerek seslendi. Anında durdum ve kuyruk sallayarak yanına yaklaştım. Ne olur ne olmaz diye ihtiyatlı bir şekilde yavrulara yaklaştım. Beni özlemişlerdi, hemen memelerime saldırdılar. Sanırım hem yavrularımla, hem bu insanlarla barışmıştık.
Artık altı yavrumun iki yuvası olmuştu. Birinde üç , diğerinde iki yavrum yaşıyordu. Yeteri kadar beslenemediğim için onları tam doyuramıyordum. İnsanlar da onları biraz besliyordu. Besledikleri zaman uzaktan izliyordum. İnsanlar uzaklaşır uzaklaşmaz, yiyecek kabında kalanları ben yiyordum. Yavrularıma bu konuda eğitim verdim. Dedim ki, “size verilen yiyeceklerini hepsini yemeyeceksiniz. Ara ara yiyormuşsunuz gibi yapıp insanları buna inandıracaksınız, birazını da bana bırakacaksınız. Onlar kalanını sonra yiyeceğinizi düşünerek yanınızdan uzaklaştığında ben gelip yiyeceğim. Yoksa size süt veremem”. Bu isteğimi yavrularım önemli ölçüde yerine getiriyor. Özellikle eski yuvadaki siyah ve yeni yuvadaki beyaz yavrum verdiğim taktiği uyguluyor ve benim payımı ayırıyorlar. Ama eski yuvadaki boz ve yeni yuvadaki alaca yavrum biraz obur olduklarından kendilerini kaptırıp yiyecek kabını bazen tamamen boşaltıyorlar. Ben de onlara az süt bırakıyorum. Ne kadar paa, o kadar köfte. Hayat böyle.
Şu anda keyfim gıcır. Mahalleli doğum yapmış köpek olduğum için artık beni kovalamıyor, arada yiyecek bir şeyler de veriyor. Yavrularım hızla büyüyorlar. Evlerde doğan yavruların tersine, çok sağlıklılar ve makarna, pilav, değişik yemek artıkları hatta tavuk kemiklerini bile yemeye başladılar. Kendileriyle ilgilenen insanlara oyunlar yaparak, onlara kendilerini sevdiriyorlar ve bağlanmasını sağlıyorlar. Bütün bu taktikleri onlara ben veriyorum; “yorgunluktan ayakta duracak haliniz yoksa bile onlar sizi çağırdığında çıkacaksınız ve hoşlandıkları hareketlerinizi eksiksiz yapacaksınız”. İlk yuvadaki kara ve boz yavrum bu konuda çok başarılı. Kendileriyle ilgilenen kadın ve erkeği o kadar etkilediler ki, ikisine de tamamen bakabilirler. Aralarında konuştuklarına göre; “bunlardan ayrılmamız çok zor olacak, hatta birisi bile olmaz, ikisine birden baksak mı ne yapsak?” diyorlar. Yavrularıma olan bu sevgileri bana bakışlarını da değiştirdi. Eskiden “o çirkin beyaz köpeğin yavruları” diye tarif ederlerken beni, şimdi artık “annelerinin de kafası bakışları çok hoş, hele kuyruğu çok sevimli” diyorlar.
Çok garip şu insanlar. Altı yavruyla birden bire karşılarına çıktım. Onların gözünde yuva terk ettim, yavrularımı aç bıraktım, oradan buraya, buradan oraya taşıdım, sinirlendirdim, küfürler ettiler, taş attılar, sopayla vurdular. Geldiğimiz durumda, yavrumun birisi emin ellerde. Bu arada onu da ziyaret ettim. Çok büyük ve çocukların çok olduğu bir evde inek sütüyle besleniyor. Bahçelerinde bir manyak köpek daha var ama bağlı; alnı ve kuyruğunun ucu beyaz
olan gri yavruma zarar veremez. Neyse insanları anlatıyordum; yavrularımın öteki ikisi de şimdilik emin ellerde. En azından onlardan bu dönemde kurtulmayı düşünmüyorlar. Diğer üç yavrumun ise karınları doyuyor ve bana da yiyecek kalıyor. Ve benim salına salına ortalarda dolaşmama kimse ses çıkarmıyor. Kendilerini akıllı sanan insanlara öyle bir algı operasyonu yaptım ki, bütün mahalleyi parmağımda oynatıyorum. Bu yavrularımdan kurtulup da yeniden kızıştığımda ne yapacağımı artık daha iyi biliyorum.
***
Öykünün bitişini son anda yakaladım. Ben Ümit’im. Anne köpeğin anlattığı “Adam” yani. Anne köpeğin anlattığı olay bu kadarla kalmadı. Onun sonrasında yaptıklarını da anlatmak istiyorum.
Bir akşam büyük boz köpek ve siyah yavrunun yemeklerini akşam saat sekize doğru verdik ve eve girdik. O gün için artık yavrularla uğraşmak istemiyorduk. Bu olaylar ve yavrular zaten hayatımızı allak bullak etti. Anne köpek bize öyle bir sorumluluk vermişti ki, bunu en iyi şekilde yapmaya çalışıyor, hem yavruların beslenmesini hem annenin beslenmesini hesaba katıyorduk. Yavruları doyurduktan sonra annenin yiyeceğini de yavruların ulaşamayacağı bir yere bırakıyorduk. Anne köpek akşam veya gece gelip hem yemeğini yiyor hem de yavruları besliyor diye düşünüyorduk. Keza o akşam başka bir sorunla karşılaştık. Biz de olan gri alaca yavruyu bir komşumuz sahiplenince adına Bozo ve Küçük Kara dediğimiz iki yavru kalmıştı. Akşam mamalarını yedikten sonra Bozo, Kara’yı dövmeye başladı. Kara yavru ilk kez yuvada ciyak ciyak bağırıyordu. Saat sekiz buçuk gibi çıktım ve Kara’yı dışarı çağırdım ve sevdim. Daha sonra dışarı çıkan Bozo’ya da bağırdım ve hafifçe burnuna vurdum. Onları yuvasına sokarak tekrar eve gittim. Aradan daha beş dakika bile geçmeden küçük Kara yavrunun ağlayan sesi tekrar gelmeye başladı. Tekrar çıktım ve Kara’yı daha önceden yaptığımız ve içinde odunlar olan hemen yanındaki kulübeyi biraz düzenleyerek oraya koydum ve Bozo gelip orada da dövmesin diye kapısını kapattım ve tekrar eve girdim. Aradan daha on dakika bile geçmeden bu defa da Kara yalnız kaldığı için ağlamaya başladı. Belki tuvaleti gelmiştir ve oraya yapmak istemiyordur diye tekrar çıktım, kulübenin kapısını açtım dışarı çıkardım ve bir süre başında bekledim ve oynadım. Sonra tekrar kulübeye koyup eve döndüm. Aradan yarım saat kadar geçmişti ki, Kara tekrar ağlamaya başladı. Bu defa Filiz’le beraber çıktık. Kara’nın sorunu tuvalet ya da başka bir şey değildi. Yalnız kalmak istemiyordu. Biz de içimiz elvermese de Kara’yı esas yuvaya götürdük. Ama Bozo’yu da tekrar uyarmak istedik. Yuvaya gittiğimizde Bozo yoktu. Dışarıda olduğu zamanlar oynarken gittiği tüm yerlere baktık. Sonra el feneriyle çevredeki çalılıların içini, annesinin kullandığı yollara baktık, hiç bir yerde yoktu. Son ihtimal diğer yavruların olduğu yeri aradık ama bulamadık. Çaresiz geri döndük, küçük Kara’mız yuvada şimdi tek başına yatıyordu. Biz şaşkın şekilde eve döndük. Bozo’ya bağırmamız ve burnuna vurmamdan dolayı yuvayı terk ettiği, yabani bir hayvanın gelip onu aldığı, yalnız kalınca başını alıp bizim aramadığımız yerlere gittiği gibi senaryoları düşündük ve hepsi için de çok üzüldük. Sonunda Bozo kayıptı. Yaklaşık bir saat bu düşüncelerle geçti. Saat akşam on bir gibi tekrar Kara’yı bir kontrol edelim dedik. El fenerini aldık ve çıktık. Yuvada Kara, Bozo’yla birlikte uyuyordu. Bu sahne karşısında hem sevindik, hem şok olduk. Bu kadar ilgilenmemize rağmen bir şeyler oluyordu ve biz bunun nedenlerini çözemiyorduk.
Sabah olduğunda her şey normaldi. Önceki geceyle ilgili iki ihtimal düşündük: Bozo yalnız kalınca Kara’yı aramaya çıkmış olabilir diye düşündük. Zira el fenerleriyle ağaçların çalılıkların içinde gidebilecekleri her yere bakmıştık. O nedenle bu zor bir ihtimaldi. Bize mantıklı gelen ihtimal ise; biz Kara’yı tuvalet ihtiyacı olduğu için, dışarı çıkartıp tekrar kulübeye koyup eve döndükten sonra, Kara yarım saat ses çıkarmadı. İşte bu yarım saatte, anne köpek yuvaya geldi, boz yavrusunu yalnız kalmış görünce, kara yavrusunun başka yere gittiğini düşündü ve onu yalnız kalmasın diye diğer yavruların yanına taşıdı. Daha sonra yiyecek arayışı sırasında buraya tekrar geldiğinde kara yavrunun tekrar yuvada olduğunu gördü. Bu defa da, kara yavru yalnız kalmasın diye boz yavrusunu yuvaya tekrar taşıdı. Aklımıza başka da bir mantıklı bir açıklama gelmedi. Bu açıklamayı doğru kabul ederek, anne köpeğin önceki hareketlerini de bir mantığa oturtabildik. Bize sadece şapka çıkartmak kalmıştı.
Son olarak şunu da yaptı anne köpek; sonraki akşam balkonda oturuyorduk. Balkon yan duvarlarla çevrili bahçeye bakıyor. Bahçeden garip sesler gelince oraya doğru baktık. Anne köpek nasıl girmişse yan bahçeye girmiş, bize doğru bakıp, kuyruk sallıyor ve sanki konuşmaya çalışıyordu. “ne oldu kızım?” dedim. Biraz daha kuyruk salladı ve hızla uzaklaştı; “yaptıklarınız için teşekkür ederim” der gibiydi. Olay üzerinden aylar geçti, şaşkınlığımızı hala atlatamadık.
Haziran 2016