İsterdim ki bu yazının başlığını sadece “Göl Dağı tırmanışı” olarak yazayım. Fakat bu gezinin amacı bu değil, başka nedenleri olan memleket ziyaretiydi. Bu nedenle yazının kategorisini de belirlerken zorlandım. Fotoğraflar “Doğa Yürüyüşü” konusuna daha uygun, içeriğinde ise anı var, memleket gezisi var, hatta biraz eleştiri var. Zira bunların içinde en çok etkilendiğim şey dağlara yaptığımız yürüyüşler oldu. O nedenle de bu kategoriye koymaya karar verdim. Okumaya devam et Göl Dağı ve eteğindeki köylüler
Ay: Haziran 2017
Artık bamyayı çok seviyorum yemeği
“Vay efendim ben bamya sevmem”, “vay efendim ben pırasa sevmem”, “vay efendim ben kereviz sevmem” diyenlere sözüm. Ben de derdim bir zamanlar; sonra anladım ki, beğenilmeyecek sebze yoktur, sadece doğru yapılmayan yemekler vardır. Doğru yapanlara denk geldiğim için artık seviyorum bu yemekleri.
İyi pırasa nasıl yapılır, iyi kereviz nasıl yapılır bu tarifimizin konusu değil. Konumuz, “ben kesinlikle bamya sevmem” diyenlere, bamya nasıl sevdirilir. Hatta “ben artık bamyayı çok seviyorum” nasıl söyletilir? Okumaya devam et Artık bamyayı çok seviyorum yemeği
Yaşanan tek masal aşk; unutulacak
Yeni bir şey doğacak
görüyorum;
Şark’tan değil,
belki Garp’tan da değil.
Kuzey, Güney hiç değil,
arzın merkezi de değil.
Bilinmez yaşamların
kaybolmuş umutlarından.
Güneş gibi de değil,
yaşanmış aşkların küllerinden,
yaşanacakların düşlerinden
doğacak.
Bir sevi
“seviyorum”,
bir acı
“sevmiyorum”
harmanından doğacak.
Bu kaçıncı doğuş,
diye sormayın.
Belki milyon kez,
belki son,
belki de ilk kez doğacak.
Her doğuş ilk heyecan,
her heyecan bir aşk;
yaşar kendi vadisinde
sallana sallana,
kanata kanata.
Bazen diker bayrağını zirveye,
bazen siler kılıcını yüreğine.
Aşkların masalıdır bu.
Ayaktakinin yürekteki kanı
görmesidir aşk.
Kanlı yüreğini
avucunda sunmasıdır aşk.
Tüm ayrılık türkülerini unuttum,
veda havalarını da.
Karşılıksız aşkların
hüzünlü şarkılarını da unuttum.
Bir yol biliyorum.
O yolun sonunda aşk.
Gecenin uykusuz bir saatinde,
dolmuş bir gözün
yıldızlara kaçan anında,
titrek elin
yalnızlığa çarpışında,
ilk kez çıkan bir sesin
boğuk tonunda,
direnen tüm sözcüklerin
sessizliğinde,
kapanırken koca demir kapılar
yırtılmış bir çivi deliğinde,
masal biter aşk başlar.
Aşk an’lara sığmaz.
Aşk görmektir,
aynı şeye bakabilmek tek duyguyla.
Aşk hissetmektir
ve onu taşımaktır
alın aklığında.
Yorulduğunda tutmak,
düştüğünde kaldırmak,
giderken,
son kez bakabilmektir aşk.
Dün için an’ı yaşamak,
an için,
yarını düşünmektir aşk.
Paylaşamanın mutluluğuyla,
kaybetmenin korkusunu
aynı anda duyumsamaktır
aşk.
Bu değildi
henüz yazılamayan o şiir.
Belki de hiç yazılmayacak;
aşk masalları tarihinde
sadece imge olacak.
Yazıldıkça yeniden doğacak.
2009
Sandras Dağı yürüyüşü
Yaz mevsiminin ilk günü 1 Haziran’da, Sandras Dağı‘na yaptığımız keşif yürüyüşü ilk zirve deneyimim oldu. Akyaka Yürüyüş grubundan Kaya Biner ve Türkan Baydar önceden Sandras Dağı‘na bir kaç kez çıkmışlar. Fakat bu defa farklı bir rota deneyip, bölgenin farklı doğal güzelliklerini, ileride yapılacak grup yürüyüşü için keşfetmek istemişler. Benim de uzun süredir atıl kaldığımı düşünerek, sağ olsunlar davet ettiler.
Aracımızla Köyceğiz’den Yayla (Ağla) Köyü yoluna girip 15 km., köyden sonra 12 km. devam ederek, çevredeki kaynak sularından yapay olarak oluşturulmuş Gökçeova Göleti‘ne geldik. Rakımın 1600 mt. olduğu gölete gelinceye kadar ki manzaralar da görülmeye değer. Aracımız burada bırakıp, yaklaşık 5 km. tırmanışla Sandras Dağı zirvesindeki Çiçek Baba kulübesine ulaştık.
Sandras Dağı‘nın coğrafi, jeolojik yapısı, farklı bitki besleme özelliği, anıt ağaçları, geleneksel bir inanç ritüelliğinin yanında en büyük özelliği, iklimin en sıcak olduğu Güney Ege kıyılarına yakınlığına rağmen, yaklaşık 2300 metre yüksekliği nedeniyle, farklı bir iklim yapısına sahip olması. Zirveden görme mesafesinde denize girilirken (o gün Köyceğiz 34 dereceydi), burada hala karların olması ve dolayısıyla kuru soğuyla ve rüzgarıyla insanı farklı bir atmosfere sokması.
Adı ‘dağa çıkmak’ olmasa da, hayatım boyunca bir çok yüksekliğe çıktım. Zirvelere çıkmanın en güzel tarafı, o yükseklikten görülebilecek manzarayı merak etmek. Sanki, çıkılan zirveden ne kadar çok şey görülebiliyorsa, verdiği keyif o kadar daha fazla oluyor. Bir de iç güdüsel olarak güce ulaşma doyumu, belki de küçük tanrı sanıyoruz kendimizi. Gördüğümüz yerlerin geçici hakimi, “küçük dağları yaratma” duygusu belki de. Neyse ki geçici bir duygu. Çünkü, o doyumdan hemen sonra insan, bir an önce zirveden inip, ovadaki günlük yaşamına devam etmek istiyor. O nedenle çıkmanın verdiği zevk, heyecan ve fiziksel zorlukla, inmenin verdiği zevk, heyecan ve fiziksel zorluk hep aynı bence.
Bu zevki bana tattırdıkları için, Kaya Biner ve Türkan Baydar‘a çok teşekkürler.