İnternetin yaşamımıza girmesiyle beraber yeni bir dünyayla tanıştık. Aslında bu dünyanın etkisini televizyonun hayatımıza girmesinden beri hissediyorduk. Filmleriyle, yarışma, eğlence ve tartışma programlarıyla, “haber” diye sundukları çıkarcı düşünceleriyle bizi bir şekilde etkiliyordu bu dünya. İnternetle beraber bu dünyanın içine iyice girdik. Artık reel hayatta hiç tanımadığımız, görmediğimiz insanlarla konuşabiliyor, her şeyden anında haberimiz oluyor. Eskiden sadece iktidar sahiplerinin, güç odağı yayıncıların düşüncelerini beyan ettiği bu dünyaya, sanal dünyada olan herkes bir şekilde dahil olabiliyor ve bununla bir tatmin yaşıyor. Kişisel bir düşüncemiz bir anda onlarca, yüzlerce insanın paylaştığı bir haber haline gelebiliyor. Televizyonla başlayan bu yeni dünyada, interneti olan herkesin artık bir yeri var. Bu yer gittikçe hayatımızın bir parçası olmaktan çıkıp, ana gövdesi haline geldi. Bu durumdan hepimiz de oldukça memnunuz. Zira bunun bazı sonuçları olabileceğini de düşünmeden edemiyor insan.
Geçenlerde gsm şebekelerinin birinde, üç dört saatlik bir çöküntü yaşandı. Aslında önemli bir şey değildi. Her işte olduğu gibi, iletişim servislerinde de bazı aksamalar olabilir diye düşündüm. Fakat arkasından aynı şebeke öyle panikledi ki, müşterilerinin gönlünü almak için onlara internet hediye etti. Olayın ciddiyetini o an fark ettim. Sonra şöyle düşündüm; ya dünyadaki bütün şebekelerin, internet sağlayıcılarının, uydu yayınlarının bağlantısı giderse ne olur? Teknolojinin geldiği noktada bu imkansız gibi görünebilir, tedbirler alınmış diye düşünülebilir, fakat göz ardı edilen bir şey var. Bu teknolojiyi sağlayan sermaye, daha çok kazanmak için, tüm dünyanın her türlü yaşamını yeniden düzene sokmak için, sınırları yeniden çizmek için, belki de sadece eğlenmek için devasa bir yeni pazarı neden düşünmesin? Bireyden başlayıp, iş dünyasına, devletlere kadar var olan tüm kişi ve kuruluşlar kendisine yeni bir iletişim ağı ihtiyacı duyması, gözlerini neden kamaştırmasın? İşte bu felaketin ilk anları ve günleri.
Sanıyorsunuz ki, bu sefanız hep böyle sürecek. Yanılıyorsunuz. Bu da benim kehanetim olsun; sanal dünya er ya da geç bir gün bitecek. Tam da ailecek sanal dünyalı olmuşken, tüm işlerimizi cepten yaparken, her şeyine alışmışken, özel günlerimizi, doğum günlerimizi büyük bir şatafatla orada kutlarken, aile içi sorunları bile tartışırken hiç ummadığımız bir anda yok olacak. Kendimizi sanal bir zırhla kuşatıp, gerçekle aramızdaki perdeyi her geçen gün biraz daha kaparken, bitecek sanal dünyamız.
Bol keseden vaatlerde bulunurken, işkembe-i kübradan sallarken, karanlığa yumruğumuzu savururken, klavye delikanlılığı yaparken, küfürler hakaretler iftiralar gökten yağan çamur gibi etrafımızda uçuşurken, astığım astık kestiğim kestikken, komplimanlar cilveler nefretler simgelerde hayat bulurken, çirkinlikleri görmezden gelip güzellikler fark edilmezken, paylaşırken, yazarken, çalarken, kopyalayıp yapıştırırken, eğlenirken, dalga geçerken, son haberlerdeyken, facebook’da arkadaş sayısı hesabı yaparken, twitter’da ve instagram’da takipçi kasarken, sözlükte ve forumda trollük yaparken, whatsapp’ta syp’ta canlı bağlantıdayken, kumardayken, oyundayken, uykuluyken, uyanıkken, rüyalarda dolaşırken, olur olmaz her yerden konum atarken, bloglarda bağımsızlığımızı ve dokunulmazlığımızı ilan etmişken, RTÜK’den saklanmış porno sitelerde yeni düşmüş video ararken bitiverecek sanal dünyamız aniden.
Trafikte burun buruna gelip, gözlerinde şimşek çakarak küfür eden kişiyle, gece sohbet odasında muhabbetin tadına doyamazken, haksızlık yaptığı için düşmanca baktığın hocanla sözlükte dünyanın keşfine çıkmışken, alışveriş yapmaya geldiğinde içinden “yine geldi şu gıcık adam” diye geçirdiğinle neredeyse paylaşmadığınız hiç bir özeliniz kalmamışken, otobüste karşında oturup sana baktığında “bana da baka baka böyleleri bakar” diye geçirip gece aynı kişiye sanalda ilanı aşk yapmaya hazırlanırken, son bulacak bu hayal dünyamız.
Belki de tersinden yaşadık bazı şeyleri; önceki gece, fake isimle sana hakaret eden kişiyle bu sabah markette karşılaşıp hatta selamlaşıp “ne sempatik birisi” diye geçireceksin içinden. Sana şimdiye kadar hep saygıyla davranan üst katında oturan gencin yazılarını bir sözlükte okuduğunda “bu insanın ruh sağlığı bozuk” diye düşündüğünü hiç bir zaman bilemeyeceksin. Fanatik ırkçı yazarın aslında lisede çok sevdiğin tarih öğretmenin olduğunu da hiç bir zaman bilmeyeceksin.
Mesai saatinde geceki tartışmayı düşündüğün için saatlerdir yaptığın işin tamamı yanlış olmuşken, ders anlatırken bir an dersten kopup yazdığın son yazıya almış olduğun olumlu tepkileri aklından geçirerek gülümseyip like sayısını merak ederken, yaptığın işin yanlışını fark ederken, aylardır görüşmediğin arkadaşlarının bugünkü teklifini de “acaba mesajlarıma cevap geldi mi en iyisi bu akşamda sanalda olayım” diye düşünüp arkadaşlarını “işim var” deyip geri çevirirken, çocuklarının “biraz bizimle de ilgilen” dediklerinde “yarına yetiştirmem gereken işler var” diyerek atlatırken, sevgilin “bu akşam görüşecektik ya” diye seni aradığında “ah canım, hiç sorma annem rahatsız yanına gitmem gerekiyor” diyerek kapağı sanala atarken, vallahi de billahi de kararacak sanal dünyamız.
Aile içinde iletişim odadan odaya, koltuktan koltuğa cepten yapılırken, gezdiğimiz yerlerin konumunu altında bir de fiyakalı fotoğraf paylaşırken, biraz internetsiz kaldığımızda kafayı yerken, yeni çıkan telefon modeli özelliklerini takip etmekten keyif alırken, fişi çekilecek sanal dünyamızın.
Ve bir sabah veya akşam kalktığımızda, açma tuşuna dokunduğumuzda telefonumuzun, oturduğumuzda bilgisayarımızın başına, cihazların hafızasındaki kırıntı dosyalarla baş başa kalacağız; yer demir gök bakır. Önce ayarlara, sonra bağlantılara, daha sonra telefonlara sarılacağız “internetim nerede” diye. Daha da kötüsünü o anda fark edeceğiz; mobil telefonlarda sadece internet değil, iletişimde sessizliğe bürünmüştür. Eğer “artık işe yaramıyor” diyerek yıllık vergisini ödememek için sabit telefonumuzu da kapattıysak vay başımıza gelenlere. Unuttuğumuz komşuların kapısını çalacağız, “telefonunuz var mı” diye? Şansımız varsa bir yerlerde kalmış ankesörlü telefonda sıramız geldiğinde yaptığımız aramalarda, karşımıza çıkacak davudi sesli erkek veya robot sesli kadınların “özür dileriz, yardımcı olamıyoruz” otomatik mesajlarından başka cevap alamayacağız. Hazır telefonu bulmuşken eşi dostu arkadaşları da aramak ancak gelecek aklımıza. O eski sabit telefon numaralarının “artık işimize yaramaz” diyerek rehberlerden ve hafızalarımızdan silindiğini fark ettiğimizde, ilk kez bir boşluğa düşmüş hissine kapılacağız. Yine de bunun geçici bir şey olduğunu düşünüp fazlaca dert etmeyeceğiz, “ne çıkar birkaç saat geç girerim”, “birazdan her şey normalleşir, herkesle haberleşirim” diye teselli edeceğiz kendimizi. Saatler geçecek, gündüz bitecek, gece gelecek ve gece de bittiğinde bir telaş kaplayacak sanal dünyalıları.
Uydudan televizyon yayını da yapılamadığı ve decoderli yayın hacklendiği için, gün ışır ışımaz gazete bayiilerine koştuğumuzda tüm gazetelerin ek dağıtıma kaldığını öğreneceğiz satıcılardan. Aslında durumun vehametini, öğlene doğru gelen gazetelerin incecik, renklerin, baskıların kenarda köşede kalmış yirminci yüzyıl başlarının rotatiflerinden kalma kalitede olduğunu, görünce anlamaya başlayacağız. Karasal yayın yapan televizyonlara koşturacağız internetten, uydudan bağımsız yayın yaptığı için. Ama orada da durum farklı değil. Yayın var ama, iletişim ortadan kalktığı için, imkanlar dahilinde aldıkları dedikodu haberleri, bol bol penguen görüntüleri ve müzik sesinden başka bir şey duyamayacağız. Sevineceğiz bunlara ulaştığımıza bile. Çünkü tüm haberciliğin, teknolojinin internet üzerinden yürüdüğü günden kopalı sadece bir gün olmuştur. Sanal dünyalı dönemde hurdaya gönderilen teknoloji, sokağa gönderilen muhabirler, teknik elemanlar olmaksızın elimize ulaşan bu kağıt parçalarına ve sihirli camdaki saçma sapan görüntülere çok sevineceğiz. Lakin gazeteyi elimize aldığımızda alışmış olduğumuz haberlerden eser bulamayacağız. Sadece telefon iletişimiyle alınan haberlerin derme çatma karışmasından ortaya çıkan güncel fotoğrafsız bu belgeler basın tarihine altın harflerle yazılacaktır. Poz konularak çekilen fotoğraf makineleri, karanlık odalar, montaj odaları, manuel kameralar yıllar önce tarihe karışmıştı çünkü.
Hayatta kalan ustaları bularak, eski usül basılmayı becerebilen gazetelerde, sekiz sütuna manşet olarak tabir edilen logo üstü başlıkta, şu cümleyi içimiz acıyarak okuyacağız; “İnternet uydu ve mobil telefon dönemi sona erdi…”
Gerekçeleriyle ilgili her kafadan bir ses, her ulemadan bir fetva çıksa da gerçek değişmeyecek; sanal dünyamız bitti…
Ve o gün ben, bayram çocuklarının arefe gecesi esvaplarını sandıktan çıkarma hevesiyle, defterimi, yeşil tükenmez kalemimi ve okumak için hep ertelediğim kitaplarımı çıkartacağım mahzendeki sandıktan. Gidip bir mektup bloknotu alıp, tanımadığım insanların bilmediğim adreslerine mektuplar yazacağım. Ve artık rastgele şeyler yazıp, bozacağım cümleler kurmayacağım. Hep üç defa düşüneceğim; önce kendimi, sonra okuyacak kişiyi, son olarak kağıdın ve mürekkebin hatırını.
Ertesi gün kapıdan dışarı çıkıp, daha önce ilgilenmediğim, kafamı çevirdiğim komşularla tanışacağım. Onların nasıl yaşadıklarını öğrenip, varsa sorunlarını dinleyip, yakınlarını soracağım. Kişilikleri hakkında notlar düşeceğim hafızama. Alış veriş yaptığım esnafı yakından tanıyıp, gözlerinin içine bakacağım. Daha önce sormadığım sorular sorup, raf dizmelerine yardım edeceğim. Sokaktaki kedilerle, köpeklerle oynayıp, yolun ortasındaki hayvanları sabırla bekleyeceğim. Olmadı kendim geçireceğim karşı tarafa. Velhasıl eski günlerdeki gibi sadece gördüklerime inanacağım. Düşünürken sadece gördüklerimi düşüneceğim.
Sanal dünyaya son verenlerin karşımıza çıkaracağı ciddi sonuçları elbette olacaktır. Elbette bu bambaşka sorunları ve mücadeleyi gerektirecektir. Böyle bile olsa bunun sorumlusu gerçek hayattan her geçen gün biraz daha uzaklaşan bizler değil miyiz? Sizce de sanal alem, gerçek dünyamızı gereğinden fazla ve kof olarak işgal etmedi mi?