Sami oldukça yakın bir arkadaşımdır. Tanışıklığımız yirmi seneye dayanır. Tamircilik yapardı bir semt çarşısında. Dükkânın tabelasında sadece “Tamirci Sami” yazardı. Çünkü o kendisine getirilmiş onarılma ihtimali olan her şeyi tamir ederdi. Elektrikli ev aletleri, hatta radyo-teyp-elektrik süpürgesi gibi yarı elektronik aletler, çeşitli saatler, müzik aletleri, oyuncak gibi. Aklınıza ne geliyorsa Sami tamir edebilirdi. Hatta bazen, çocuklar kapıya bisikletleriyle gelip, “Sami Amca, bisikletimin zinciri çıktı, dinamosu bozulmuş, freni tutmuyor, yapar mısın?” diye dil dökerlerdi. Eğer acil yetiştirmesi gereken bir işi yoksa, keyfi de biraz yerindeyse, masasından kalkıp, çocukların bisikletini bile onarırdı.
Sami sadece alet tamircisi değil, insan sarrafıydı. İnsanları gerçekten çok iyi tanırdı. Bir insanla yeter ki birkaç dakika konuşsun ya da onu izleyebilsin; Sami onun notunu verirdi. Verdiği bu notlarda genelde de yanılmazdı. Bu özelliğiyle de gurur duyar; “ben adamın koltuğunun altında kaç tane kılı var, onu bile bilirim” diye övünürdü.
Sami’nin dükkânında kendisiyle birlikte, biri kardeşi, diğeri de yakın bir arkadaşı olmak üzere üç kişi çalışırlardı. Sami’nin kardeşi Alihan, dükkânda satılan her yerde bulunamayan çeşitli malların alımından satışına kadar ilgilenirdi. Çalışkan, aynı anda birçok müşteriyle ilgilenebilecek kadar dikkatli ve uyanıklığıyla tanınıyordu.
Arkadaşı Suzan ise, öğretmenlikten emekliydi. Dükkânın hesap işlerine bakar, tamir edilmiş aletleri müşterilere teslim eder, birbirinden farklı işler yapılan dükkânın dağınıklığını kontrol etmeye çalışırdı.
Dükkânın, temizliği, mutfağı gibi işleri ortak yapmaya çalışırlardı ama, yaşları ilerledikçe artık bu işlerle uğraşmak yorucu gelmeye başlamıştı. Sadece bu işler değil, piyasadan mal almak, gelemeyecek bir müşterinin tamiri yapılmış eşyasını teslim etmek gibi dışarı işleri de olurdu. Velhasıl, yıllardır beraber çalışan, artık orta yaşlarını geçmekte olan bu üç kişinin, genç bir çalışana daha ihtiyaçları doğmuştu.
Çalışacak elamanı bulmak için, önce sağa sola haber bırakıyorlar, komşu esnafa da söylüyorlar, ama istedikleri gibi birisi çıkmıyor. Dükkânın vitrinine duyuru astıklarında, olmayacak kişiler iş başvurusu yapıyor. Son olarak gazeteye ilan veriyorlar. İlan üzerine gelen telefonlarda sorulan birkaç soruya alınan cevaplara göre, insanları ön görüşme yapmak üzere işyerine davet ediyorlar.
Dört gün boyunca yaklaşık on kişiyi çağırıp, ön görüşme yapıyorlar. Bu görüşmeleri hem işyeri sahibi olarak, hem insan sarrafı olarak Sami yapsa da, genelde üçü birden bulunuyor, sorular soruyorlar. Hatta görüşmeye katılmayan birisi varsa, daha sonra en ayrıntısına kadar birbirlerine anlatıyorlar.
Dördüncü günün sonunda, bir değerlendirme yapıyorlar ve görüşme yaptıkları kişiler hakkında düşüncelerini ortaya koyuyorlar. Her kişiyle ilgili olumluluklar ve olumsuzlukları not ediyorlar. Sonuçta bakıyorlar ki, Rafet adlı bir kişi üzerinde üçünün de herhangi bir olumsuz düşüncesi yok; sevinerek, “bu kadar mı ihtiyacımıza uygun bir kişi olur” diyorlar. Ve Rafet’i daha ayrıntılı konuşup, hala bir olumsuzluğunu görmezlerse işe almak üzere, davet etmeye karar veriyorlar. Bu olay Perşembe günü öğlen saatlerinde oluyor.
İlk görüşmeleri yaparken, herkese “olumlu veya olumsuz, biz sizi Cuma gününe kadar arayacağız” diyorlar. Fakat Rafet’in üzerlerinde bıraktığı etki o kadar olumlu olmuş ki, olur ya başka yerde işe başlar diye hemen arıyorlar. Bıraktığı telefon numarası kapalı olduğu için Rafet’e ulaşamayınca çok üzülüyorlar. “Acaba numarayı mı yanlış kaydettik” diye Sami kendi kendisine kızıyor. O gün için yeni birisi üzerinde konuşmak bile istemiyorlar.
Ertesi gün öğlene doğru çok beklenmedik bir şey oluyor. Rafet’in kendisi arıyor ve Sami’ye şu açıklamayı yapıyor:
“Dün halı saha maçından sonra telefonum çalındı. Şu anda telefon sorunumu çözmeye çalışıyorum. Bu arada siz beni arar ve ulaşamazsınız diye ankesörlü telefondan arayıp bilgilendirmek istedim. Kararınızı ne zaman verecekseniz o gün tekrar arayıp, benimle ilgili olumlu bir durum varsa öğrenmek istememde bir sakınca var mı?”
Sami büyük şaşkınlık içinde, “yok yok, bir sakıncası yok. Biz de zaten seninle yeniden görüşmeyi düşünüyorduk. Müsaitsen bugün gel tekrar görüşelim” diyor.
Telefon görüşmesini fark eden Suzan ve Alihan hayretler içinde ayrıntıları Sami’den dinliyorlar. Eşeğini kaybedip yeniden bulmuş gibi hepsi birden mest oluyor, Rafet’in inceliği karşısında ise yağları eriyor. Tekrar görüşmeye gelecek Rafet’i kaçırmamak için planlar yapıyorlar.
Buna rağmen tedbiri elden bırakmayan Sami –ne de olsa insan sarrafı-, konuşulması gereken ayrıntılar üzerinde konuşup notlar alıyor. Konuştukları gibi saat tam on beşte Rafet geliyor. Hepsinde bir sevinç…
Sami, Rafet’i çalışma masasının yanındaki sandalyeye buyur ediyor. Suzan ve Alihan’da birer tabure alıp yanlarına yaklaşıp, ona hayranlıklarını gizlemeye çalışıyorlar. Hatta Sami gidip mutfaktan çay getiriyor Rafet’e. Başlıyorlar ayrıntıları konuşmaya:
Sami, “bizim burası büyük bir işletme değil, o nedenle işyeri temizliğini, çayımızı kendimiz yapıp, bulaşıkları kendimiz yıkıyoruz” der demez, Rafet: “tabii ki, bu tür işlerin yapılışına ben sadece ortak olmam, her sabah gelir dükkânı süpürürüm, mutfağı temizlerim, çayı yaparım, çaylarınızı veririm. Hatta iyi yemek de yaparım…” diye devam ederken, Sami “yok o kadar uzun boylu değil. Sadece bu işleri beraber yapacağımızı söylemek istedim. Bunun dışında, bazen dışarıda işlerimiz oluyor. Dükkâna mal almak, teslimat yapmak gibi”.
Rafet, hiçbir şeye itiraz etmediği gibi, konuşulan her ayrıntıyı daha ileri aşamaya götürerek, bizimkilerin aklını başından alıyor adeta. En son ücret meselesi konuşulurken Sami, “Hem işi öğrenene, hem de birbirimizi tanıyana kadar birkaç ay asgari ücret verebileceğiz. Eğer burada kalıcı olursan, alacağın maaşı ondan sonra belirleriz” diyor. Rafet bunu da normal karşılıyor. Hatta “zaten önce benim çalışmamı görmeniz daha doğru olur” diye ilave ediyor.
Rafet’e bir mucize gibi bakıyorlar. Adeta onlara seçilerek gönderilmiş. Tam o sırada dükkâna arka arkaya müşteriler geliyor. Birisi, tamire verdiği elektrik sobasını almak istiyor, birisi pil almak istiyor, bir çocuk annesinin eteğine yapışmış vitrindeki oyuncağı istiyor. Neyse ki, konuşulacak her şey konuşulmuş, sadece ne zaman iş başı yapılacak gibi şeyler kalmış.
Alihan kasaya doğru gidiyor, Suzan elektrik sobasını teslim etmeye. Sami bir an önce müşterileri gönderip, işi sonlandırmak için, anne ve çocukla ilgilenmeye giderken Rafet’e, “şimdi geliyorum” diyor.
Üçü de müşterilerle ilgilenirken, Rafet cep telefonuyla konuşarak dışarı çıkıyor. O sırada Sami şöyle düşünüyor: “helal olsun, telefon sorununu da hemen çözmüş ve konuşmasını yapmak için dışarı çıkıyor”. Rafet, insan sarrafı Sami’yi mest etmeye devam ediyor.
Bunları bana, bu olaydan iki saat sonra ziyaretlerine gittiğimde Alihan anlatıyordu. Buraya kadar anlattığı şeylere, coşkularına kendimi o kadar kaptırdım ki, sözünü kestim: “ Bugün Cuma bu olaylar bugün mü oldu? Şimdi neredeler?” Alihan’ın coşkusu gitti, yüzü düştü, gülümsemesi tebessüme dönüştü:
“Müşterilerle ilgilendiğimiz için Suzan’la ben Rafet’in telefon konuşmasını yapmak için dışarı çıktığını fark edemedik. Aradan beş dakika geçip de müşterileri gönderdiğimizde ‘eleman’ın dükkânda olmadığını fark ettik. Abim dedi ki, ‘valla çocuğa helal olsun, telefon sorununu çözmüş, telefon konuşması için dışarı çıktı. Her halde kapıdadır’. Hazır yokken birbirimize olumsuz bir şey var mı diye sorduk. Üçümüz de çok memnunduk. Memnun olmaktan da öte, böyle birisini bulduğumuz için çok şanslı olduğumuzu düşündük.
“Aradan bir beş dakika daha geçtiğinde, ‘nerede kaldı’ diye birbirimize bakmaya başladık. Dışarı bakmak istedim abim engel oldu; ‘rahatsız etme ayıptır, az daha bekleyelim’ dedi. Aradan beş dakika daha geçti, yani on beş dakika önce telefon konuşması için dışarı çıkan Rafet hala içeri girmemişti. Bunun üzerine dışarı önce ben çıktım, kapıda ve görünür yerde yoktu. Sonra onlar da çıktı, daha uzaklara da baktık, Rafet görünmüyordu. Hayal kırıklığıyla girdik dükkâna.
“İlk kez üzüldük. Görüşme bitmişti tamam, tüm ayrıntıları konuşmuştuk tamam, belki ‘konuşacak bir şey kalmadı’ diye düşünmüş olabilir, tamam. Ama ‘işe ne zaman başlayacağım’ diye sormadan veya en azından bir ‘eyvallah” demeden gitmemesi gerekirdi. Rafet bizden ilk kez bir eksi puan almıştı. Bu olumsuzluğun verdiği huzursuzlukla da olsa bekliyorduk. Belki mantıklı bir açıklaması vardır diye.
“Birbirimizle konuşmadığımız yaklaşık bir saat geçti aradan. Suzan söylenmeye başladı. Telefon edecekmiş telefonunu bulamıyormuş. Abim dedi ‘dur seni çaldırayım’. Fakat çaldıramadı. Çünkü abim de telefonunu bulamıyordu.
“İşte bu sırada, abimin kafasında şimşekler çakmaya başlamış. İnsan sarrafı ya kendisi. ‘Bu işte bir şey var Alihan. Sen bizi çaldırsana’. Hiçbir zaman ortalarda bırakmadığım telefonumu cebimden çıkardım. Önce abimi, sonra Suzan’ı aradım. İkisinin telefonu da kapalı görünüyordu.
“İşte o anda başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. Rafet, biz yanından ayrıldıktan sonra, masalarda duran her iki telefonu da alarak ve sakin bir şekilde konuşuyormuş gibi yaparak, elini kolunu da sallayarak yanımızdan uzaklaşıp gitmişti. Ve biz bunu ancak fark ediyorduk. Yani bizleri mest eden Rafet, davranışları ve konuşmasıyla yüreğimizi, gözümüzü bağlamış, iki telefonu alıp sıvışmıştı.
“Fena dolandırıldık. Belki maddi olarak o kadar önemli değil ama, manevi olarak fena dolandırıldık. Abimin, insan sarraflığı da bu şekilde bitti. Şimdi polise gittiler, birazdan gelirler. Dur sana çay vereyim.”
Sami’yle Suzan da dükkâna geldiler. Bakıştık. “Biliyorum” dedim. Nasıl bir tavır takınacağımı bilemedim. Sami acı acı gülüyordu; “yeni nesil benim sarraflığı yerle yeksan etti. Neyse sağlık olsun. Takdir ettim keratayı”.
“Geçmiş olsun, oluyor artık böyle şeyler” dedim. Eski insan sarrafı Sami’ye takılmak için hiç iyi bir gün değildi.