garip bir günlük
dur, gün!
başlama daha, olmasın sabah.
oysa yatalı dakikalar oldu.
gelmesin sabah.
uykudan değil, uyumadım ki
sevinçten açtım gözlerimi.
gözlerim, ağu olmuş
yakar beynimi.
ne yaptım ben yine!
bak yine senin yerine, düşündüm gözlerimi
gözlerim, hain gözlerim.
işte şimdi, önce yanımdasın
giydiriyorsun beni
neyimi?
sevincimi, coşkumu, hüznümü,
ve şimdi neredesin?
içimdesin.
artık başlamalıyım bir günüme daha,
içimdekiyle…
ben tıraş olurken,
sen yüzümü yıkıyorsun.
tam montumu giyerken
zıplayıp, kıvrılıveriyorsun
kapüşonumun içine.
nereye gidecektik?
önce biraz sevinç alacaktık,
hani ya gece biraz fazla kaçırmıştık.
biraz da hüzün;
hüzün saatimiz için.
canım benim,
bir kahve içseydik.
kuşluk vakti türk kahvesi,
belki bir falcı da geçer.
inanmıyoruz ama, bayramımız olsun.
ama önce dur!
bir günaydın demeliyim
kime?
sana, uzakta olan sana.
ve öyle bir günaydın olmalı ki,
eski günaydınlar utanmalı günaydınlığından…
bunu isteme benden
‘ne dediğimi’
kıskanırsın seni, senden.
aman tanrım!
bak o kadife, masum,
buram buram hüzün kokan
sesini duydum.
sanki ilk kez bir sesle tanıştım.
sildim hafızamdaki tüm sesleri,
kirletmesinler sesini.
canııııım!
dur bir bakayım yüzüne
hayır küsme.
bak seninle, uzaktaki seninleydim,
sen yüreğimdeydin…
ve işte yine beraberiz
o uzakta, sen içimde.
ne yapacaktık şimdi?
bir sürü hay huy
ve her hay huyun içine,
yerleştiriyorum seni sessizce.
kimse de bir şey anlamıyor…
fakat, gazeteci çocuk
dikkatlice bakıp yüzüme
abi’ diyor,
‘bu sen değil başka sensin.’
hay allah, açık mı verdim ki,
seni görmeye çalıştı.
hayır göstermem,
kime ne ki?..
gözlerim öyle parlamış olmalı ki,
bindiğim taksinin şoförü
‘piyango idaresine mi gidiyoruz?’ dedi.
gülümsedim.
kapısından geçerken
bana su teklif eden yaşlı kadın ise,
sanırım çok solgun gördü
yüzümü…
ve diğer gerekli gereksiz tüm an’larıma,
taşıyorum seni,
bir kuş gibi.
başımda dönüp duruyorsun,
ben yürüsem uçuyor,
dursam konuyorsun.
nereye?
tam yüreğime…
hani seninle kırlara gidecektik
geciktik.
kır çiçeklerinden taç yapıp
oturtacaktım,
buğulu gözlerinin üzerindeki
açık alnına.
bak bugün de gidemedik
mahcubum sana…
yine geldi hüzün saatimiz.
iyi ki sabah fazla almıştık.
şimdi tüketelim bolca
içimizden geldiği gibi.
hatta istersen birazda
gözyaşıyla çileyelim,
bugünkü hüznümüzü.
ama dur, az içimde.
o daha da hüzünde.
biliyorum,
çünkü ben bu saatleri
senden değil,
ondan öğrendim…
paylaşma saatimiz;
her şeyimizi yatırıyoruz masaya
itina ile.
geçmişi, günümüzü
yaşamı
ve ölümü
yerleştiriyoruz
bu garip saatimize.
hepsi bizim…
işte yine akşam oldu
olmaz diyordun.
hayııır, çalmadım bu dizeyi,
abbas çaldı.
oysa ben çok önceden de söylemiştim
akşamın karamsarlığını…
gel canım,
biz seninle uzaklaşalım bu zamandan
gidelim eski zamanlara.
biraz hesap soralım,
bizi yok sayanlara.
sonra yine başlayalım an’ımızdan.
daha gecemiz de var unutma
hemen erkenden yatma
belki biraz şarap,
belki kanyak,
az da olsa atacaktır
üzerimizdeki bu rehaveti…
usulca sokul bana
ağacın kovuğuna girer gibi
kaybol sonra.
ete kemiğe inat
can verelim sevdamıza.
canlarım benim,
bak işte beraberiz
sen ve sen,
ve ben
ne kadar da çok benziyorsunuz
sen ve sen.
lütfen, ama lütfen
hiç ayrılmayalım.
ay’la yıldızın,
güneş’le dünya’nın,
toprakla ağacın,
denizle balığın,
ve tıpkı bizim
sevdamızın
ayrılmazlığı gibi,
hiç ayrılmayalım…
ben şimdi çıkıyorum
yalnızlığıma.
ansızın döneceğim
varlığına…
2009
Çok güzel….