Garip bir adamdı şu Abidin. Girmediği iş kalmadı. Çocukluğunda ailesiyle birlikte gıda işi falan yaparak başladı hayata. Yirmi beş yaşına geldiğinde kurulu düzenini bozdu. Bu ilk bozmasıydı. Elli yaşına geldi hala kendi çapında düzen kurar, düzen bozar. Çay bahçelerinde, kafeteryalarda çalıştı, bir şirkette tahsilatçılık yaptı. Geceleri bayilere gazete dağıttı bir süre. Bunları gençliğinde, yani otuz yaşından önce yaptı. Sonra gazetecilik gibi işler de yaptı, hatta bir ara siyasete bile bulaştı. Ona sorsan “devrimcilik yapıyorum” diyordu o zamanlar. Sonra yayın işlerinde boy gösterdi, kitapçılığı öğrendi. Kim bilir daha neler? Yanlış anlaşılmasın, çok iş değiştirmesi kovulması ya da iflas etmesinden değildi. Girdiği her işi öğrendi, başarılı oldu, sonra da ayrıldı. “Derdin ne, neden ayrılıyorsun?” diyen patronlarına, ailesine, arkadaşlarına şunu diyordu; “insanlara tahammül edemiyorum, dayanamıyorum”.
Çareyi kendi iş yerini açmakta buldu. “Emekliliğime kadar böyle idare ederim artık” diye düşünüyordu. Çevresinde birkaç okul olan bir kırtasiye dükkânı devraldı. Çalıştı, çabaladı düzenledi dükkânı. Borca girdi fotokopi makinaları aldı. Başlarda biraz zorlansa da, işleri yoluna soktu yine. İşleri yoluna soktu sokmasına da, artık yanında çalıştıracağı bir adama ihtiyaç vardı. Ama bir türlü istediği adamı bulamıyordu. Mahalleden birisini buldu, tembel ve beceriksiz çıktı. Eski siyaset zamanından tanıdığı birisinden iki ay sonra canını zor kurtardı. Yanında çalışmak üzere işe başlayan bu tanıdığı, neredeyse oturduğu evi, dükkânını elinden alacaktı. O da sahtekâr çıktı. Bir akrabası aracılığıyla gelen genç birisi ise, bir hafta sonra “ben daha çalışmayacağım usta” diyerek ayrıldı. Abidin çaresiz, gazeteye ilan verdi.
Abidin’in dini inancı yoktu. Millet, vatan gibi kimliklerden de haz etmezdi. Siyasetle uğraştığı yıllar ne yaşadıysa artık, tüm ideolojileri reddediyor ve o yıllardan beri sandık başına oy kullanmaya dahi gitmiyordu. Mezhep kökeninin bazı kültürel özelliklerini “insana dair bunlar” diyerek savunması tek kimliğiydi. Onu yakından tanıyanlar, vatandaşlık bağları zayıf olsa da, insani yönlerinin üstünlüğünden dem vururlar, ona laf söyletmezlerdi. İşte böyle bir insan, iş için görüşmeye gelen üç beş kişiden şöyle birisini seçti: Beş vakit namazını kılan –işe başlarken sadece Cuma namazına gitmesi konusunda anlaştılar- , ramazan ayında orucunu tutan, velhasıl inancı tam Serhat adında bir gençti. Serhat bunları işe girerken açıkça söylemişti. İşe başladıktan sonra Abidin başka şeylere de şahit olacaktı. Serhat, “Allah izin verirse, inşallah, kısmet” gibi sözcükleri her cümlesinde kullanıyor ve hafta sonları da bir tarikata vaaz dinlemeye gidiyordu. Cuma günleri namazdan geldikten sonra akşama kadar telefonundan ilahi dinliyor, hiçbir dilenciyi kapıdan boş çevirmeyip cebinden sadaka veriyor, özellikle başı açık kadın müşterilerden uzak duruyordu. Dükkânda eksilen malları almak gibi bir işi de olan Serhat, yılbaşı öncesi Abidin’in alması için verdiği yılbaşı süsleme listesini görünce deliye dönmüş ama, ustasına boyun eğmek zorunda kalmıştı.
Abidin Usta, yanından çalışmak için kendisiyle neredeyse taban tabana zıt birini seçmişti. Bu kadar olacağını tahmin edememişti ama, böyle birisini seçmeyi bilinçli yapmıştı. Onu işe alırken, esas ölçüsü onun dindarlığı, dünya görüşü değildi, insanlığını beğenmişti. Serhat işe girerken, Cuma namazına gidip gidemeyeceğinin yanında bir soru daha sormuştu Abidin Usta’ya; “siz yanınızda çalışanlara küfür eder misiniz?” Bu soru onun için çok belirleyici olmuştu. Tek başına bu soru değil tabii ki. Serhat’ın konuşma ve ifade tarzı, duruşu, hareketleri, ses tonu, kılık kıyafeti de Abidin Usta’yı olumlu anlamda etkilemişti. Dini inancı, temayüllerini epey aşsa da, Serhat düzgün ve naif bir karakter görünüyordu. Abidin Usta için önemli olan da bunlardı.
Aradan kısa bir süre geçip de, Serhat’ın Abidin Usta’ya ağır gelecek derecedeki inançlılığı, onda yeniden bir iç muhakeme yaptırdı. Abidin Usta, Serhat’ın karakteri konusunda yanılmamıştı. O ilk izlenimlerinin üzerine, disiplini, çalışkanlığı, temizliği de eklenmişti. Ama bunun yanında, bir tarikatın Pazar sohbetlerine katılması, kadın müşterilerden uzak durması, Cuma namazından sonra ilahi dinlemesi, konuşmalarının içinde çok fazla dini sözcükler kullanması da Usta’nın yeni öğrendiği ve rahatsız olduğu özellikleriydi. Bu noktada Abidin Usta şöyle bir çıkarım yaptı ve kendini sorguladı: Ben kimim? Bu dünyada ne istiyorum? Nasıl bir ülke istiyorum? Siyasetle uğraşanlarda eleştirdiğim şeyler nelerdi?..
Biraz ütopik olmakla beraber Abidin Usta, çok kimlikli bu ülkede kimsenin bir başkasının tavuğunu “kışşşt”lamadığı, karşılıklı hoşgörünün olduğu, baskıların olmadığı, farklılıklara tahammül gösterildiği, eşitlikçi bir dünya hayal ediyordu. Eğer Abidin Usta, Serhat gibi birisine tahammül edemeyip, onunla çalışmayacaksa, bu isteklerinde samimiyetsiz olmayacak mıydı? Hep eleştirdiği siyasetçilerden ne farkı kalacaktı? O zaman Serhat’ın olumlu ve güzel yanlarını görerek, onunla çalışmanın doğruluğuna karar verdi.
Olayın bir de Serhat tarafı vardı. Serhat işe girerken, Abidin Usta onun Cuma namazlarına gitmesine izin vermişti. Küfürden hoşlanmadığını da söylemişti. Bunlar iyiydi. Ama zaman geçtikçe, Abidin Usta’nın bazı özelliklerini öğreniyor ve öğrendikleri Serhat’ı şaşırtıyordu. Abidin Usta’nın Cuma namazına gitmemesi önemli değildi, ramazan ayında oruç tutmaması önemli değildi. “İnşallah” yerine, “umarım” demesi önemli değildi, alkol kullanıyor olması da önemli değildi. Hadi bayram namazına gitmemesi de önemsiz olsun. Ama bir gün Abidin Usta’nın bilgisayarda açık unuttuğu “dinlerin gereksizliği” üzerine yazdığı yazıya ne demeli? Evet, “ben Türk değil dünyalıyım” diyordu tamam da, İslamiyet de bir tarafa, aynı zamanda dinsizdi Abidin Usta. Bunu öğrendiğinde epey bir yıkılmış ve bir iç muhasebe de Serhat yapmıştı.
Ne yapacaktı şimdi? Tamam, iyi bir insandı; ona hiç patronluk yapmıyor, kötü söz söylemiyor, hakkını veriyor, kazık yemediği sürece insanlar için hep iyi şeyler düşünüyor, onunla arkadaş gibi sohbet ediyor, onun sorunlarını anlamaya gayret gösteriyor, yardımcı olmaya çalışıyordu. O kadar işte çalışmış, hatta İslami sermayeyle kurulmuş bir işyerinde bile çalışmış, Abidin Usta gibi ne patron, ne ustabaşı, ne de iş arkadaşı görmüştü. Ama dinsizdi Abidin Usta. Ne yapacaktı şimdi? Çıkıp gitse mi yoksa bu işyerinden? Belki de zaman içinde değişir, imana gelirdi. Hatta belki de bunu o yapardı ve büyük sevap kazanırdı. Olur mu, olurdu. O nedenle, Abidin Usta’yla bu konulara girmeden çalışmaya karar verdi Serhat.
İnsani yönleri birbirine benzese de, dünyevi görüşleri çok farklı bu iki zıt karakter, toplam dört yıl beraber çalıştılar. İşe girdikten iki yıl sonra Serhat askere gitti. Bu zıtlıklara rağmen, Abidin Usta kardeşini askere gönderiyormuş gibi, Serhat abisinden ayrılıyormuş gibi üzüldüler. Fırsat buldukça, ailesini aradıktan sonra, Usta’sına da telefon etti Serhat. Bir buçuk yıl askerlik yapıp döndüğünde, yerinde başka birisi çalışıyor olmasına rağmen, işlerini daha da büyütmüş olan Abidin Usta Serhat’ı da işe aldı. Abidin Usta’nın iki yıl sonra işyerini devretmesine kadar da Serhat Abidin Usta’yla çalışmaya devam etti.
Bu geçen süre içinde, Abidin Usta tövbe edip dine dönmedi, ama Serhat askerlik sonrası kendisini dine daha da verdi. Sohbet aralarında, siyasete, çıkara alet olmayan bir şeriat sisteminin iyi bir yönetim şekli olduğunu anlatmaya çalıştı durdu. Birbirlerini çok iyi tanıyan bu iki insan bunca zamandan sonra, birbirlerini değiştirmek için gösterilecek çabayı beyhude buldular ve tartışmaya girmekten kaçındılar.
Müşteri memnuniyeti için, “selamünaleyküm” diye dükkâna giren müşteriye, “aleykümselaaam” demek zorunda kalan Abidin Usta’ya, Serhat içten içe güldü. Bir dava dosyasına konulmak üzere, bilirkişilik yapan bir müşterinin çıplak kadın fotoğraflarını bilgisayardan çıktı alırken, hayatında ilk kez çıplak kadını bu şekilde görerek “günaha girdim” diye feryat figan eden Serhat’a Abidin Usta güldü. Dört yıllarını gelin-kaynana çekişmesi tadında benzer olaylarla geçirdiler.
Abidin Usta işyerini sattıktan bir ay sonra, devrettiği yeni sahipleri Serhat’ı işten çıkarmışlar. Bunu tesadüfen komşu bir esnafın hal hatır sormak için telefonla aramasında duymuştu. Nasıl ki, eskiden ayrıldığı işyerlerine bir daha dönmediyse, kurup, o günlere getirdiği ve sattığı işyerine de bir daha dönmedi Abidin Usta. Ve orada tanıdığı hiç kimseyle de iletişime geçmedi. Emekli oldu ve köşesinde sakin bir yaşamı seçti. Onu bu huyunu bilen Serhat’ta bir daha hal hatır sormak için bile Abidin Usta’yı aramadı.
Aradan başka bir dört yıl daha geçtikten sonra Abidin Usta ve Serhat öyle bir yerde, öyle bir anda karşılaştılar ki, beraber geçirdikleri zamanın anlamı, Abidin Usta’nın “büyüksün Allah’ım” sözcükleriyle açıklanabilir ancak.
Geçen sürede ülke ve dünya çok karışmıştı. Irksal ve dinsel farklılıklar had safhaya varmış. Her gelen iktidar, muhalifleri, kendisinden olmayanları eziyor, baskı ve şiddet uyguluyordu. Bu kargaşada siyaset iyice çirkinleşmiş, düşünce farklılıkları ülkede iç savaş, dünyada ise büyük karışıklıkların haberlerini veriyordu. Bu kargaşada, cılız sesleri çıkan küçük bir azınlık da, siyasetçileri, halkları barışa davet ediyor, bunun için basın açıklamaları, gösteriler, mitingler yapıyordu.
Diğer taraftan ise, İslam devleti isteyen bir örgüt de uluslararası çapta boy göstermiş, dengeleri alt üst etmekteydi. Dünyanın her yerinde silahlı eylemler yapıyor, canlı bombalarla korku salıyorlardı. Bu örgütün eylem yaptığı ülkelerin başında Abidin ve Serhat’ın yaşadığı Türkiye geliyordu.
Bu örgüt barış için yapılan eylemleri hedef alarak özellikle o kitleyi sindirmek ve halk içindeki karşıtlığı iç savaşa çevirmek istiyordu. Bu amaçla barış için düzenlenen Ankara mitinginde, patlattıkları canlı bombalarla yüzün üzerinde barış eylemcisi hayatını kaybetmişti. Sindirilerek, korkutularak seslerini kesmek istemeyen barışseverler ülkenin her yerinde eylemler yapmaya karar verdiler. Aksi takdirde ülkenin ve dünyanın geleceği çok karanlık olacaktı.
Ülke bu durumdayken, inzivaya çekilmiş Abidin Usta, bu mitinglerden birisine gitmeye karar verdi. Bu eylemlerin arkasında da siyasetçiler vardı, bu eylemlerden de kendi hareketleri için pirim yapmaya çalışıyorlardı. Bunları biliyordu Abidin Usta, ama yine de hiçbir şey yapamamaktan büyük vicdani rahatsızlık duyuyordu. Bu çorbada az da olsa tuzu bulunsun istiyordu. Ne olursa olsun ülkenin siyasi kalbi sayılan İstanbul’daki en büyük miting alanındaki o mitinge katılacaktı Abidin Usta.
Ülkede muhalif tepki çok yüksekti ve mitinge büyük katılım bekleniyordu. Miting sabahı şehirdeki trafik akışı da bunları doğruluyordu. Şehrin her yerinden ve yakın şehirlerden insanlar akın akın miting alanına geliyordu. Katılımın, on binleri geçmiş, yüz bine doğru gittiği söyleniyordu. Abidin Usta bu kalabalıktan biri olarak miting alanına gelebildi. Kürsüye olabildiğince yaklaşmaktan çok, uzaktan da olsa kürsüyü görebileceği bir noktaya gitmeye çalışıyordu. Buralar henüz çok fazla kalabalık değildi. İnsanlar, ileri-geri, sağa-sola gidip duruyordu. Bir taraftan da, “acaba tanıdık birisi var mı” diye de insanları inceleye inceleye ulaşmak istediği noktaya doğru yol alıyordu.
Abidin Usta tam bu noktada tanıdık birisini görür gibi oldu ama, buna bir anlam veremedi. Biraz uzakta ve gitmek istediği noktaya ters bir yerde bekliyordu o tanıdık yüz. Normal bir tanıdık olsaydı, oraya doğru gitmek için çaba harcamazdı, sadece bilmiş olurdu. Ama gördüğü yüz öyle bir yüzdü ki, tüyleri diken diken oldu, kaynar sular döküldü başından aşağı birden bire. Biraz da panikleyerek ve insanlara çarparak o tanıdık yüze yaklaşmak ve o olduğuna emin olmak istedi. Abidin Usta’dan habersiz o yüz, belli bir noktada ileri geri gidip geliyordu. Abidin Usta biraz daha yaklaştığında artık emin oldu o tanıdığın kim olduğuna. O kadar yaklaşmıştı ki, dizlerinin bağı çözülüverdi. Sanki rüyada koşmak isteyip de koşamıyor, yürümek isteyip de yürüyemiyor gibiydi. Abidin Usta’yı yerle bir eden o tanıdık yüz Serhat’dı.
Abidin Usta Serhat’ı en son on beş gün önce yüz insanın öldüğü Ankara Garı mitinginde hatırlamış ve düşünmüştü. “Acaba Serhat da bu saçmalıklara inanmış ve onlara katılmış olabilir mi” diye de aklından geçirmişti. Olur olmaz zamanlarda düşündüğü şeyler hayatının başka zamanlarında da başına gelmişti. Ama bu denli önemlisi ve büyüğü hiç başına gelmemişti. Dört yıl beraber çalıştığı ve her şeyini bildiği Serhat’la dört yıl sonra bir miting alanında karşılaşıyordu. Aynı miting alanında kendisi düşünceleri doğrultusunda miting katılımcısıydı, ama Serhat burada ne arıyordu?
Serhat’ın kimliğini düşünerek bir taraftan kaygılanıyor, bir taraftan yanılmış olmayı düşünüyor, diğer taraftan da gücünü toplayıp Serhat’a ulaşmaya çalışıyordu. Belki de boşuna paniklemişti. Özünde iyi bir insandı Serhat. Bu mitinge katılanların illa ki, sol görüşlü veya özgürlükçü olmaları gerekmiyordu. İslam adına katliamlar yapan bir örgüte karşı yapılan eyleme, samimi bir dindar neden katılmasın? Belki de geçen zamanda Serhat bu olgunluğa kavuşmuş olabilirdi. Bunları düşünüp, Serhat’a karşı ön yargılı olmaktan utandı, bir taraftan da sevindi Abidin Usta. Ve son bir çabayla önündeki insanlara çarparak hamlesini yaptı ve Serhat’la aralarında iki metre kaldı. Göz göze geldiklerinde aralarından bir kişi, sonra iki kişi daha geçti.
Abidin Usta: “Serhat! Ne işin var burada senin?” dedi gülümsemeye çalışarak, son düşündüklerinin etkisiyle.
Serhat: “Usta sen de mi buradaydın?” diye karşı soruyla kekeleyerek ve panikleyerek cevap verdi.
Mevsim yazdı. Gömlek ve tişörtle dolaşıyordu herkes. Ama Serhat’ın üstünde bir yağmurluk vardı. Ve o ince dal gibi Serhat, ince bacakları üzerinde kalın bir bedenle duruyordu. Bu görüntü Abidin Usta için yetti de arttı bile. Yanıldığı değil, korktuğu şey için buradaydı Serhat.
“Düşündüğüm şey için buradaysan, hemen vazgeç Serhat.”
İyice panikleyen Serhat, Usta’sıyla zamansız karşılaşmanın şaşkınlığı içindeydi.
“Bu artık benden çıktı Usta, hemen burayı terk et!”
Onu kararlı gören Abidin Usta; “hakkımı helal etmem Serhat.”
O anda Serhat’ın gözünden, Abidin Usta’nın beraber çalışmaları boyunca kendisine gösterdiği davranışları, yaşadıkları, insanlığı geçti hızlıca. Şaşkındı, ne yapacağını bilemedi. Başından bir çok şey geçmişti buraya gelinceye kadar. Zira Serhat, Usta’sı karşısında naifliğini kaybetmemeye çalışarak, son kez, “git Usta” dedi.
Abidin usta daha kararlıydı, bomba patlayacaksa, bunu bile bile orada olacaktı. Bağırmanın, insanlara duyurmanın hiçbir faydası yoktu. İzdihamın veya yedekte bekleyen başka bombaların devreye girmesi daha büyük zararlar verebilirdi. Sonuna kadar Serhat’ı vazgeçirmek için uğraşacaktı.
“Hakkımı helal etmem ve benim de katilim olarak yaparsın ancak bunu Serhat” dedi o da son kez. Bir kez daha iç muhasebesini hızla yapan Serhat çaresizce harekete geçmiş ve ters istikamete doğru uzaklaşmaya çalışıyordu. Abidin Usta’da Serhat’ın peşinden gidiyordu. İnsanların yoğun bulunduğu alandan uzaklaştıklarında, Serhat dönüp geriye baktı, Abidin Usta’yı gördü. Gelme artık, gidiyorum der gibi bir el işareti yaptı. Abidin Usta yavaşladı. Yavaş da olsa bir süre daha gitti. Serhat artık gözden kayboldu. Abidin Usta yığıldı kaldı. Sırtını bir otobüs durağına verdi oturdu, gökyüzüne baktı. Gitti mi acaba gerçekten, bitti mi bu işkence diye düşündü. Hayatında ilk kez “büyüksün Allah’ım” demek istedi kendine şaşırarak. Serhat’ı düşündü. Geçmişte yaşadıklarını andı. Sonra tekrar Serhat’ı düşündü. Serhat ne oldu şimdi? Bombadan kurtulabilecek miydi? Ya bomba uzaktan kumandalıysa ve daha zamanı gelmediği için patlamadıysa? Ya bomba Serhat’ı öldürecekse? Serhat bombadan kurtulsa bile örgütten nasıl kurtulacak? Serhat’a nasıl bir ceza verirler? Acaba ona ulaşabilir miyim? Ailesine gitsem, işyerinde çalışan çocuk Gürkan’la iyi arkadaş olmuşlardı, onu mu bulsam? Gittiği tarikat bu örgütü sevmeyebilir, onlara mı gitsem yoksa? Bütün bu sorularla boğuşan Abidin Usta biraz uzaklardan gelen bir patlama sesiyle irkildi.
Abidin Usta’nın duyduğu ilk haber şöyleydi: “Barış mitinginin yapıldığı alana bir kilometre uzaklıkta bulunan eski su depolarının bulunduğu boş arazide, mitingde patlatılacağı tahmin edilen bir bomba, taşıyıcısıyla beraber patladı. Patlamada sadece bombayı taşıyan ve adı henüz belirlenemeyen şahıs hayatını kaybetti…”
Abidin Usta çökmüş, Serhat ölmüştü.
Onca yıl sonra ilk kez bir mitinge katılmış, mitingin bombacısıyla tanıdık çıkmıştı. Bir kez daha bozmuştu Abidin, kurulmuş bir düzeni. Garip adamdı şu Abidin.
2016