Karia Yolu’nun tapusu

Ağaçsız Türkevleri tepeleri

Akyaka Yürüyüş Grubu‘yla yaptığım, 25 Nisan’da Ören, Türkevleri’nde başlayan, 28 Nisan’da Bodrum‘da biten yürüyüşün Mazı, Çakıllıyalı‘ya kadar olan iki günlük bölümünde bulundum. Sürpriz bir gelişme nedeniyle üçüncü ve dördüncü günler gruptan ayrılmak zorunda kaldım. O nedenle kafamda daha önceden oluşturduğum format ve dili kullanmadan,

Hem dik, hem sıcakta kıvrılarak yürüyoruz

katıldığım bölümdeki izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım. Okumaya devam et Karia Yolu’nun tapusu

Sokağın adaleti

Adım Cenk. Mahallede benden bahsederlerken “Deli Cenk” diyorlar. Yüzüme karşı, “Cenk Abi”, “Cenk Baba”, “Cenk Kardeş”, arkamı dönünce “Deli Cenk”. Desinler, ziyanı yok. Haksız da sayılmazlar. Onlara göre normal olmayan bir hayatım var, normal olmayan davranışlar sergiliyorum. Onlara göre normal olmayan şeyleri yapanın, onlardan olamayanın “Deli” olmaktan başka şansı yok. Onlar “Akıllı” olduğuna göre…

Kırk iki yaşındayım.  Çalışmıyorum. Gün bulup, o gün yiyorum. Arada komşulardan yemek geliyor, arada esnaf yemek ısmarlıyor, arada ailemi de tanıyan eskiden beri mahallede yaşayan abiler üç beş kuruş atıyor. Allah razı olsun. Okumaya devam et Sokağın adaleti

geleceğim

kapağı kırık,
camı çatlak
köstekli saatin,
yelkovanı yorulduğunda
geleceğim.

gri bir perdenin
atlas libas gökyüzünü
örtüp,
kızıla çalar gün dönümde
hep o aynı “an” da,
simavdan
geleceğim.

ay dolup da
balık oynadığında,
kederli bir yıldızın
okyanusa düştüğü an,
geleceğim.

birikmiş acılar kabarıp da,
geçmişin hüzün ve sevinçleriyle
harmanlanıp,
us’umuza  ırmak olup aktığında
geleceğim.

bir yürek yorgunluğu
belleğimi vurup,
kuş uçamaz kervan geçmez
bir amansız zamanda
ölümü beklerken
geleceğim.

…eskiden…

2009

Yaralı Balkanlar’da dört gün – 2 Kotor

Kilise çan kulesi
Giriş kapılarının birisi ve saat kulesi

Başlığın aksine Kotor, Balkanlar’ın yaralı şehri değil. Çünkü Karadağ sınırları içinde ve sahilde turistik bir yerleşim alanı. Biraz da bu yüzden ayrı yazmayı doğru buldum. Aslında Kotor, hem kent, hem şehir. Kent çünkü, bin beş yüz yıl öncesine dayanan eski bir yerleşim alanını hâlâ koruyor. Üstelik bu koruma müze gibi gezip görülecek bir koruma değil. İçinde her şeyiyle hayat var. İnsanlar, daracık taş sokaklarda, ahşap panjurlu pencerelerde, tulumbalı çeşme başlarında, çeşitli alışveriş mekanlarında, meydanlarda… Venedik mimarisinin hakim olduğu kent bir zamanlar Dalmaçya Şehri olarak da anılmış. Okumaya devam et Yaralı Balkanlar’da dört gün – 2 Kotor

Yaralı Balkanlar’da dört gün – 1 Saraybosna, Mostar, Trebinje

Saraybosna Katedrali

Üç kişilik ekibimizle, vizesiz gidebileceğimiz Balkanlar gezimizi Ocak ayında planladık ve biletlerimizi aldık. Gezimiz dört gün sürecekti. Bu da demekti ki, hızlı şekilde dolaşırsak en fazla dört şehir görebiliriz. Saraybosna, Mostar ve Karadağ’ın Kotor ve Budva kentlerini düşünmüştük. Bazı arkadaşların tavsiyesiyle son anda Budva‘dan vazgeçip, tercihimizi Trebinje’den yana kullandık. Araçla dolaşacağımız yol güzergahımızı çizerken, aynı yolları kullanmamaya ve farklı yollardaki güzellikleri de şöyle bir geçerken görmek istedik. Uçakla gidiş ve dönüş şehrimiz mecburi Saraybosna olduğu için keyifli bir 8 yaparak farklı yollardan başladığımız yere geldik. Okumaya devam et Yaralı Balkanlar’da dört gün – 1 Saraybosna, Mostar, Trebinje

Marmaris, Karacasöğüt-Longoz

02 Nisan 2017‘de Karia Yolu Karacasöğüt-Longoz etabını Akyaka Akyaka Yürüyüş Grubu olarak yürüdük. Yürüyüşümüz on altı buçuk kilometre sürdü. Araçlarımızı Karacasöğüt’ü ve Okluk Koyu’nu geçtikten sonraki vadide bıraktık. Sonrası aşağıda efendim. 🙂

 

 

 

düş/l/erim

seni gördüm düşümde
yine başını çevirdin senden yana.
gözlerine bakmak istedim
kaçırdın,
buğulu okyanusumu.
yüzüne uzandım
dokunamadım gamzelerine.
boynun, kuğumsu boynun
uzandıkça kısaldılar.

seni gördüm düşümde
yine ulaşamadım.

düşlerim, gece düşlerim,
uykulu düşlerim,
hep böyle oldunuz
yaşadıklarıma inat.
hayallerime inat,
o göründüğünüz üç beş saniyede
hep acı verdiniz,
bana inat.
size inat, yaşıyorum
gösterdiklerinizin tersini;
çok seviyorum.

2009

Sinek

 

Hava, ne tam soğuk ne de sıcaktı. Kışlıkları giysem acaba rahatsız eder mi, yazlıkları giysem ayaklarım üşür mü diye kısa bir tereddüt geçirdikten sonra, kışlıkların gece serinliğinde ayağıma verdiği huzuru düşünüp kararımı vermiş oldum. Son kez etrafa göz atmak için geri döndüm. Tam çıkmadan önce, duş aldığım banyoda su kaldığını görüp çekçekle sildim. Bir an musluk damlatıyor sandım ve sıktım. Yüz havlusunun hafif kirlenmiş tarafının üste geldiği dikkatimi çekti, alta gelecek şekilde havluyu yeniden astım sinsice. Evden çıkmadan, yatağımın örtüsünün düzgün olup olmadığına baktım, içtiğim kahvenin fincanını hızla yıkadım, ocağı yanık bırakıp bırakmadığımı da kontrol ettim. Dış kapıyı çekip çıkarken, her defasında özenle iki defa kilitlediğim kapıyı, bu defa hiç kilitlemeden sadece çekerek kapattım. Hatta alışkanlıkla acaba kilitlemiş olabilir miyim diye de tekrar bir kez çevirip açılıp açılmadığını kontrol edip, kapıyı sadece mandalda bırakarak kapattım. Hafta sonu olduğu için okulun otoparkına bırakmadığım aracıma binip, hızla uzaklaştım. Okumaya devam et Sinek

Düğün davetiyesi

Kemal Bey elinde davetiyesiyle beni ziyaret ettiğinde, yıllar sonra bir düğüne gideceğimi hiç düşünmemiştim. Uzun bir süredir çok yakınlarımın düğünlerine gitmediğim yetmezmiş gibi, sonrasında bile, ne ziyaret ederek, ne de arayarak kutlamıştım evlenenleri. Bu nedenle kimlerin evli olup olmadığını bilmediğim gibi, bildiklerimi de, aklımda tutma ihtiyacı dahi duymuyordum. Tesadüf eseri, karşılaşmalarda eski tanıdıklarımdan bazılarının evlenmiş olduğunu hatta çocukları bile olduğunu öğrendiğimde, “aaa sen evlendin mi, sanırım hanımefendi de eşin, ne gereği vardı neden böyle bir saçmalık yaptınız ki?” gibi moral bozucu şeyler söylemekten de kaçınmam. Hele çocukları da olduysa, peşinden “yazık değil mi bu çocuğa, dünyaya getirerek ona kötülük yapmışsınız” diye eklerim hiç çekinmeden.

Büromun mülk sahibi Kemal Bey, bu düşüncede olduğumu bilmediğinden, elinde davetiye olduğu halde bana geldiğinde, önce davetiyenin benimle bir alakası olabileceğini düşünmedim. Daha doğrusu böyle durumlarda kasıtlı olarak düşünmem. Çünkü düşünceler bulaşıcıdır, önce kendisini yapıştırıp ardından eylemini de getirir diye bir inancım olduğunu inkâr edecek değilim elbet. Lakin Kemal Bey selam verdikten sonra elindeki kabartmalı yazılarla, papirüs görüntüsündeki kocaman davetiyeyi uzatıp, “Galip Bey, kızımızın düğünü var, gelirseniz seviniriz” dediğinde bunun bir düğün davetiyesi olduğunu anlamama rağmen, düğüne gidebileceğim düşüncesinin kıvılcımları dahi hâlâ oluşmadı bende. Geçmişte de, bu tür teşebbüsler olursa, daha davet sahibi yanımdan ayrılır ayrılmaz, davetiyeyi top, çöp sepetini pota yapardım. Kemal Bey’in davetiyesini top yapmamamın sebebi ise düğüne gidebileceğim düşüncesi değildi. Birincisi, davetiyenin top şekline getirilmeyecek kadar sert olan kâğıdının köşelerinin elime batması ve ikincisi, böyle zarfın içine nasıl bir kâğıt koyduklarını sırf kâğıt teknolojisinin geldiği noktayı merak etmemdi. Okumaya devam et Düğün davetiyesi

yakılacak şehir

zor bir şehirsin
girdikçe zaptedemediğim
kaçtıkça sarmalandığım
her tepende bir yalnızlık
her ovanda kaybolduğum
acımasızsın İstanbul

ağacın var, dalında
ürkek bir serçeyim
kalen var, zındanında
kavrulmuş divaneyim
çırpınır deli umman, boğazında
şavkı düşmüş ayım
gecen var, karanlığında
parlayan bir alfa’yım
hüznün var, her soluğumda
kırağı düştüm sabahlarına
dayanılmazsın İstanbul

kavgana çağırdın, ölüme çağırdın
geldim İstanbul
mezarına toprak attım
yoksulluğuna bel verdim, esir düştün
kurtardım İstanbul
zehir verdin içtim
sevmesende, sevdim İstanbul

aşk masallarını sen yazdın
ayrılıkları ben
zaferlere sen koştun
paslı parmaklıklara ben
zevki sefayı sen sürdün
çöplüklerde ben
saraylarda sen kaldın
kulübelerde ben
git dedin ama
geldim İstanbul

güzelliğin dillere destan
değerin pahasız
dengine dengin de, sahibin de yok
genç, yaşlı, ölü
aşığın çok
gururunu yen biraz
vakurum İstanbul

katsam yedi tepene, yedi tepe
düşsem inci boğazına,
bağlasam iki kıtayı
koparsam hırçın Karadeniz’ini
mavi Marmara’ndan
yüreğindir;
kızkulesi, köprü, minarelerin
yanarsın İstanbul.

2009